Üzerinde yaşadığımız topraklar, çatışmanın değil ahengin, bölmenin değil birleştirmenin, nefretin değil sevginin, kibrin değil tevazuun köklü geleneğine sahiptir. Bu topraklarda kendini sevmek; aynı coğrafyayı paylaştığımız farklı din ve kökenlerden insanları da sevmek, ortak hikâyelerle ağlayıp gülmek, ‘öteki’yle tamamlanmak demektir.
Türkiye'de milliyetçilik yükseliyor mu? Milliyetçiliğe yaslanan bir film gişe rekorlarını, Türklerin çılgınlıklarını anlatan kitaplar satış rekorlarını alt üst ediyor. Çanakkale, bir süredir ziyaretçi akınına uğruyor. Milletçe birden kendimizi çok mu sevmeye başladık? Bana sorarsanız, milliyetçilik değil hamaset yükseliyor. Büyüklenmeci tutumlar, aslında özde ne kadar incinebilir olduğumuzu ele veriyor. Kendimize güvenmiyoruz. Çaresiz ve incinmiş insanlar, ‘milli gurur’u kurgusal olsa da onaran, bir film veya kitap süresince kendilerini iyi hissettiren ürünleri, duygusal boşalma aracı olarak kullanıyorlar. Ancak sokaklarda yükselen hamaset, etliye sütlüye karışmayan ve sorumluluk almayan bir kolaycılığı gizliyor. Milli duygulara daha fazla sahip çıkmanın gerektirdiği ahlaki duruş, dürüstlük ve çalışkanlık gibi hasletlerin izine rastlanmıyor.
Nette dolaştıkça sınıflanıyoruz, kategorize ediliyoruz, profilimiz çıkarılıyor ve her tıkımız izleniyor. Web mekânı, kullanıcı kişinin sayfayla nasıl bir etkileşime girdiği, neye ne kadar dikkat verdiği, sayfada ne kadar kaldığı bilgisini kendi veri tabanına aktararak bir sonraki sefer o kişiye uygun reklamları sunabiliyor. Nette harcadığımız zaman arttıkça, hakkımızda eşi benzeri olmayan yaygınlık ve derinlikte, kalıcı bir kayıt yaratıyoruz. Web sayfasındaki bilginin geçici olduğunu düşünüyoruz oysa internette pek az şey kayboluyor veya unutuluyor.
Istırap insan içindir. Onun tecrübesiyle büyür ve adam oluruz. Suçluluk hissi, ar damarı çatlamamış insanlar için bir nimettir. Böylece hatalarımızdan geri döner ve onu yaratıcı/yapıcı bir oluş hamlesine çevirebiliriz. Ve nihayet ölüm, bize nasıl yaşamamız gerektiğini bıkmadan her gün hatırlatır.
Istırap, suçluluk ve ölüm. Viktor Frankl, bunlara ‘trajik üçlü’ diyor. Her insan hayatının bir döneminde ıstırap, suçluluk ve ölümle yüzleşir. Onlar tarafından sınanır. Onlarla nasıl yüzleştiğimiz, bu karşılaşmadan ne tür bir anlam devşirdiğimizi de belirler. Istırabını bir anlam üzere yaşayanların hayatında trajedilerden zaferler tomurcuklanır. “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Suçluluk duygusu pişmanlığa ve ötekine hizmet bilincine; ölümün kaçınılmazlığını
kabullenmek, hayatı daha anlamlı kılma gayretine dönüşebilir.