Yaz geçer de... yazınca geçmez. Geçeceği varsa da gelir oturur kursağına. Sen yine de yaz, belki geçer. Zaten geçmesin diye diretmenin adı konmamış evladı değil mi ki yazmak? Olsun, sen yine de yaz. Belki geçer.
Geçti mi bilmiyorum. Yazmışsın, eline sağlık. İntihale sevk olmamak için, epeyce güreşmişsin mısralarla. Bu iz de geçmemiş. Olur böyle şeyler. Bazı mısralar vardır, bilirsin.. Öyle şedid dokunur ki yüreğe, "işte bu benim!" dersin. Bu lafızla müstehap olanlar, eli kalem tutmayanlardır.. Ama sen bir şairsin. Neyse ben yazdım ama yine de geçelim bunları.
Yenice tanışık olduğumuzu unutmuş değilim. Sadece geçsin diye yazıyorum. Ve şayet bu kitaba bir inceleme yazıyorsam, içindeki şiirlerin sevimli mısralarına binaen değil, kitabın ismine hürmetendir. Nitekim düşünmeye sevk eden her cümle yahut çeltik, kementsiz teşrif etmez hafızama.
Yazdım ve sanırım geçti.
Mevsim mi? Sorun belki de bu. Ekim'de yaşanan bu eyyam-ı bahur, Ağustos'un içinde kalan ukteden sarkıyor olsa gerek. Tez gel yağmur, tohumlar karıncaların sırtında.