Dostoyevski'yi okuduk, onu tanıdık ve içimize hiç gitmeyecek bir huzursuzluğu sokmasına izin verdik. Onun kurguladığı uzun soluklu hikayelerde kendimizi bulduk. O hikayelerde ki karakterleri de tanıdık. Karamazov kardeşlerden biri olmak istedik yahut Raskalnikov gibi bir psikoloji yaşasak ne olurdu diye düşündük.
Ama hiçbir zaman yazarın kendisiyle birebir konuşmadık yahut onun kendi cümlelerini yani kendi ağızdan çıkan birebir kurgu olmayan sözlerini okumadık. Şimdi onu gerçekten tanımanın vakti, onun asıl karakterini keşfetme vakti.
Yazarın belki çok az yayın evinde olan bir eseri. Yaptığı Avrupa yolculuklarında ki izlenimlerini anlatan eserimizde, yazar birebir konuşuyormuşuz gibi olan kısımlar gayet güzeldi. Yaz mevsiminde gezdiği yerleri kış zamanında kaleme aldığı için kitabın adı bu şekilde belirlenmiş.
Gezdiği Avrupa şehirlerinde odak noktası hep kendi ülkesi olan Rusya olmuş. Çünkü şöyle anlaşılıyor ki kendi ülkesinin yoldan çıkmışlığını batılı fikirlere bağlıyor. Onları yerinde tespit etmek için Avrupa şehirlerini gezmeye başlıyor. Sonuç olarak bu esere bir nevi batı eleştirisi diyebiliriz.
Gezi yazılarının toplamı olan bu eser aslında biraz sıkıcı ama o sıkıcılığı bertaraf eden en önemli özelliği yazarla sohbet edişimiz, onu daha yakından tanıma fırsatını bizlere sunmasıdır. Dostoyevski'yi anlamak bu dünyayı tanımak için yeterli değil onu benimsemek lazım...