Taşın kendine mahsus bir sesi vardır
Nasıl ki kardeşim
Yelelerinden zor çekilen bir at gibi
Gözü en ilerde
Onurlu burnu kaya ve kılıcın çıkardığı kıvılcımlarla çevrili
Gövdesinde en ince sanat gelinleri
meseleli
endişeli
Koştukça hızlanan hızlandıkça hızlanan
En eski uygarlıklarda hak arayan
Gövdenin labirentlerinde
Cam gibi birden donan
Bütün bir gövde bir hayret
Bir şaşkınlık bir taaccüp gibi donan
Gelinleri ışığa uzayan bir at gibi
Aşk bir at gibi
Fetih bir at gibi
Minyatür bir taç gibi
Çağın ve içimizde balyoz gürültüleri
Hayret ve varolma tıkandı
Hayret ve hâyâ tıkandı
Hayret ve hayret ve hayret
İlk kez geriye dönmek gerekiyor
Dağları yokladınız mı dilsiz duranları
Bir de kulak kesilince
Dağ konuşur - Hayır konuşmaz mı
Sırtımızı köleniz sıvazladı
Siyah ve beyaz bilgileri sonsuz olan
Bir dağı bir dağdan ayıran
Yani bilen granit yataklarını
Ruhun içinden dünyaya doğru keşfe yönelen
Namaz vakitlerini aya ve boşluklara göre derleyen
Kölenize buyurdunuz bizi
Eğildik eteğini öptük
tırnağım ve avuç içlerini öptük
Efendim büyük efendim
Yüzünüzden var olan hurma dallarının önündeyiz
Yüzünüzden var olan güneşin önündeyiz zikrindeyiz
Ayın bir muhabbet armağanı olduğu vaktin önündeyiz.
" Ruhumuzun kirlenmesi dolmadı mı
Gövdemizin kıvranması doymadı mı
Bir hınzır uyku bir şaklaban uyanıklık
Bir batında gecenin ve gündüzün kavranması
Bu nedir böyle gün mü günsüzlük mü
Hangisine kapıldık nerelere atıldık."