Şu da var: İnsan ne ka dar çok ezilir, hiçlenirse başkaldırısı çok daha çabuk ve sahici oluyor. Hem de ses duyargaları çok daha derinlerden tınlayıp yankılanıyor: Sezgisi yüksek 'kadın ruhu' gibi. Bu ruh, gittikçe daha çok yankılanmakta.
Kadınlar eskisine oranla yavaş yavaş 'ev kadını' olmaktan çıkmış, dışarda çalışmaya başlamış, bir anlamda 'ekonomik özgürlüklerini' kazanmaya başlamışlardır. Kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirleyen şeylerin önemlilerinden biri bu. İkinci elden gelir sağlama, dayanışma ilişkileri de değişmekte. İyi. Peki ama nasıl? Ne yönde? İşte burası iyi değil. Kadınlar kendilerini otoriteye aday görmeye, 'erkek gibi olmaya' başlamakta. Baskı ve şiddeti ele geçirme eğilimleri gittikçe artmakta. Nasıl yani? Bizde daha yakından gözlemleyip görebildiğim kadarıyla şu otorite sahibi olma eğilimleri yanısıra 'özgürleşme' halleri de yüzeysel. Yani biçimsel. Günümüz değerler sistemine bakarak söylenebilir ki, nerdeyse genel anlamda kadınlar şöyle noktalar çevresinde dönmekte, döne döne ölesiye yorulup düşmekteler: Eros, aşk adına göze girmek, dolayısıyla tüketim, tüketim dolayısıyla lüks, lüks dolayısıyla kazanç, kazanç dolayısıyla düşünce ürünlerinin üstünü örten biyolojik sermayenin, açıkçası bedenin pazara sürülmesi: Haydan gelen huya gitmekte ... Bu da bir türlü büyüyememiş, kendinden kurtulamamış erkek cinsin hala daha cinsel objeye bağımlılığının yarattığı bir piyasa. Ezilmişliğin en ezilmişi olan kadının 'özgürleşmekten', yani kurtuluştan anladığı yazık ki gecekondudaki komşusuna filanca firmada mankenlik 'kazandığı'nı, falanca yarışmada güzel göğüs yıldızı seçildiğini muştulayabilmek ... Piyasanın malı.