Mikro canlıdan, su canlısına oradan da kara canlısına evrilip yeryüzündeki en harika(!), nihai(!) canlıya yani insana evrilmemizden beri sabit kalan tek şey doğum ve ölüm. Bunlar içerisinde kontrol edemediğimiz ve sürekli bunun korkusuyla ömür tükettiğimiz şey ise ölüm. Ölümğn korkusunun bizde yarattığı arayış, bizi inanılmaz buluşlara ve keşiflere itti. Öyle ki dünyayı ve canlıları en küçük noktalarına kadar inceledik ve değiştirdik. Bundan ötürü sayısız ahlaki değer ürettik ve bunları birbirimize karşı kullandık. Peki ya bu önüne geçemediğiz ölüm kavramı için de bir çözüm bulursak ne olur?
İşte kitabın polisiye bir serüvenle başlayıp, felsefi bir sorguyla sonlandığı kısım da burası. Ölüm kavramına gen mühendisliği üzerinden bulacağımız bir çözüm; bizi hangi yeni arayışlara, yeni ahlaki değerler üretmeye ve bu değerlerin genel geçer olmakla, yerel olmak arasındaki tartışmayı sürdürmemize olanak sağlayacak. Kabul edilebilir bir çözüm mü olacak bu yoksa insanlığı daha kötü bilimsel, teknolojik ve vicdani savaşımlar vermeye mi götürecek? En önemlilerinden biri de binlerce yıldır insanlığı dizginleyen inançların, çoğunlukla sarsılmaz ama dönem dönem yeni keşifler ve çözümlerle rahatsız olan öğretilerini yeni baştan yazmaları gerekeceğidir. Öyle basit bir anlatımla geçiştirilecek şey değil tabii bunlar. Bir düşününce ne gibi sonuçlar doğuracağını tahayyül bile edemiyoruz. Yenintanrılarımız bir binanın ardında araştırma yapan gen mühendisleri mi olacak yoksa. Ölüme ve yaşama karar verecek olanların onlar olduğu düşünülünce egolarını tatmin eymeye başlamak gerek şimdiden.