"siz haklısınız,
ben ölümümden sonra hiçbir zaman
cüret edemedim aynaya bakmaya
ve o kadar ölüyüm ki,
hiçbir şey ispatlamaz artık varlığımı.
ah
acaba siz
gecenin himayesinde, bahçenin bitiminde
aya doğru koşan
bir ağustos böceği sesi
duydunuz mu hiç?
Çok meşhur dizelerden olan "kuş ölür, sen uçuşu hatırla." ile tanımıştım Furuğ'u. Bu cümlenin dünyaya fazla geldiğini düşünmüştüm. Sonra hemen başka başka şiirlerini merak edip araştırmaya koyulmuştum. Acaba bu denli derin, buram buram yalnızlık ve özlem kokan şiirlerin ardında nasıl bir hayat vardı? Önsözde Asuman Susam'ın belirttiği ve okudukça göreceğimiz gibi, "Yazdığı şiirlere tutunarak hayatta kalmayı denemiş, yaşamın fırtınalarından güzellemeler çıkarmayı bilmiş bir yürek."
Çok erken yaşta evlenmenin, boşanmanın ve oğlundan ayrı kalmanın acısını; kendini ve
özgürlüğünü seçtiği için dışlanmışlığını ve mücadelesini şiirlerine yedirmiştir. Yaşadığı dönem ve toplumsal koşullar düşünüldüğünde Furuğ'un yazgısı basit bireysel bir trajediden fazla bir şeydir. İliğiyle kemiğiyle yazıldığını bilirsiniz o şiirlerin. Kendi deyimiyle şiir kendine ve kişiliğine karşı duyduğu en büyük sorumluluk ve hayatına vermek zorunda olduğu yanıtların en önemlisidir aynı zamanda. Korkuya, acıya rağmen vermiş olduğu mücadeleleri görmek ve uçuşu unutmamak dileğiyle!