Unutmak sözcüğünü düşündüm. Derin bir çukur kazıp bana acı veren her şeyi -ve onu- gömmek, üstünü örtmek ve bu mezara işaret koymamak demekti unutmak. Gerisi boşluk.
Güzeldir gene de bir insanın sıcaklığını duymak kısacık bile olsa. Ama hemen yalnızlığını özlersin yeni birini aramayı sürdürmek için. Her zaman yeni biri vardır. Sonrası biraz pişmanlık ama kayıtsız dinginliktir.
Riske girmiyor, kimseyi sevmiyor, sevdikleri değil alışkanlıkları var. Yazmak yalnızlıktır, buyuruyor, kendini bağışlamaktır, yavaşça intihar etmektir. Bakıyorum da şimdi eline kalemi alan yazarım diye ortaya çıkıveriyor, bu ne bolluk böyle yahu, kolay mı yazmak?
Gene de pek birdenbire olmuş gibi geldi Kerim'e olanlar. Ama sonra düşündü ki her birdenbire oluşun ardında olmuş bitmiş, gelişip birikmiş birçok olay, durum, oluşum vardır. Önemli olan insanın bunların bilincinde olup olmadığıdır. Oluş ânı yalnızca bir kesinlik, geri dönülmez bir değişimin farkına varma noktasıdır. Zihnin birden aydınlanıverdiği, yapılması ya da olması gerekenin görüldüğü parlak ışığın yandığı an.
Gene de, gereklidir yazmak. İyidir. İğne ucu kadar, kum tanesi büyüklüğünde bir işaret bırakmalı dünyaya insan çekip gitmeden. Bir kapıyı aralamalı. Evet, bir kapı, bir anahtar, biraz ışık. Hepsi bu... Ötesi yok.
Yaşam başlı başına aldatmacaydı zaten. Gizlerini çözmeye uğraştığımız karmakarışık bir oyundu. Oyun içinde hiç kimse bütünüyle kendisi değildi.Kendini arama ve bu karmaşayı kavrama çabası körlüğün, dünyaya duyulan korkunun ve ne olursa olsun bir yere sıkı sıkıya tutunma isteğinden doğan bağnazlıkların duvarlarını yıkabilecek tek şeydi. Öyleyse neden kaygılanıyorum ,niye incinmiştim bu kadar?