Bugünkü Türk toplumunun, görünüşteki bütün buhrana rağmen, bütün dünyaya şifa götürebilecek bir iman ve insan gücüne sahip olduğuna yürekten inananlardanım
Sinemamızın kan ve can kazanması, tekniğin sanatsal/entelektüel yorum ve işlev kazanması, ölü doğmuş, taklitçi bir sinema tekniğini bırakıp kendi kültürümüze özgün bir gözlükle bakmamıza bağlı
Modernizm dünyanın sırtına giydirilmiş dar, çok dar ve ölümcül bir ceket. Geleneksel dünyadan gelen hür gönüllü insan toplumları bu ceketi en azından iyice esnetiyor, sonra insiyaki olarak yırtıveriyorlar. Hür insanın binlerce yıllık tahayyü latı ve Allah'ın Basıt adı modernizmin simgelediği o kölelik kalıplarıyla bağdaşabilir mi?
Kendimize ait değerler ferdi/toplumsal blokajdan kurtulmadıkça, bize ait arketiplere, ideal tiplere ulaşılmadıkça değil sanat yapmak, gündelik hayatta kapı-komşumuzu ve kendimizi nitelemek için gerekli en basit pratiğe sahip olmayız. Şimdilik sinemamız hakikati değil, hakikatten ne kadar kopmuş olduğumuzu yansıtıyor...
İnsanın vardığı yerden hep ilerlere itiliyor olmasıyla sanatın sürekliliği arasındaki ilişki de, sebeplerin tenteneli perdesini büsbütün yırtmamızı engellemiyor. İnsan gerçek kendini, kaybede kaybede buluyor. Şasa bir konuşmasında şöyle diyor: "Elli yaşıma kadar geçirdiğim hayat tecrübesi sanki benim bu noktayı kavrayıp bundan büyük bir ibret çıkarmam için tasarlanmış bir senaryo hikayesi."