İçinde bulunduğum mekanda ve zamanda kendimi arıyorum. Binlerce yıl öncesini; sözden önceki sesi, sesten önceki sükutu ve binlerce yıl sonrasını; sükuttan sonraki sesi, sesten sonraki sözü, sözden sonraki olayları hep bir anda yaşıyordum.
Hep bir yerlere gitmeyi, en azından gidebilmeyi düşlerken, bir gün olası geriye dönüşlerin korkusunu duymaya başladığımda sen girdin yolculuklarıma.
Olası çıkmazları yaşamaktansa ya da nasılsa gidemediğim, gidemeyeceğim bir yerlere yürümeye çalışıp ömrümü tek başıma tüketmektense seninle olmamı önerdin.
Sen, bana bu küçük kentte de yaşanabileceğinden, buranın asudeliğinde umulmadık, beklenmedik bir zamana ertelediklerime başlayabileceğimden; şimdiye dek gitmelerimde, gidememelerimde kurup durduğum yolculuklarımda hep kendi kendimle karşıya gelmeye korktuğumdan; oysa küçük ilişkileriyle, daracık kalıplarıyla, hep kendi üstüne kapanan bu taşra kentinde ertelediklerime başlayabileceğimden; bir günün ya da uzun bir gecenin tersine tersine gitmemdeki umutsuzluktan söz ettin.
Ben, insanın kendi serüvenini tüketip yeniden üretmeye çalıştığı hikayesini bir başkasıyla hem de küçük bir kentte, sadece kendilerine ait bir eviçinde, çörek kokuları, saksı çiçekleri arasında nasıl paylaşabileceğini bilmiyordum. Kendimi bir araya getirememekten; bir uzak düşe, bir türlü tüketilmemiş eski beraberliklere dağılmış yüreğimden, durmadan yeni yeni gitmeler üreten beynimin çağrısından, çağrışımlardan, eşyaların hesaplanamayan zamansız göndermelerinden korkuyordum.
Sustun.
Ben hep hayatla aramdaki engellerle savaştım. Ama onlar hep oldular. Sonraları onları sevmekten korktum, kapıyı vurdum ve çıktım: Sevmekten yana korkularım vardı.
Belki de yürümek, sadece yürümek ferahlıktır. Endişesiz emin bir yürüyüşle; bildiklerimi geride bırakmak; çiçekler, otlar, çalılar ayağıma dolaşadursun tepemde bir kuş, kendimi de geride bırakmak ferahlıktır.
Kibrit söndü. Söndü dışarısı. Bir kibrit, bir kibrit, bir kibrit daha yaktım. Hiçbir yan ışımadı. Bir yalancı şafaktı, geçti. Geriye bir ben kaldım, bir de bu çıkışsızlığın çıkışında gizlendiğini varsaydığım o şey kaldı. Yine gizli, yine ulaşılamaz.
Yığılıp kaldım kendi üstüme, altımda kilim. Şimdiye kadar hep kendime abanırdım, hep ben vardım, hep sevgili ben, hep beni meşgul ediyordum, neydim ben. Oysa bir zamirdim ben. 'Ben' bir zamirdir...