2005 yılıydı, lise 2 veya 3. sınıfta bir kız arkadaşımdan ödünç alıp okumaya başlamıştım bu kitabı, aradan geçen zamanda kitabın içeriğiyle alakalı hiçbir şey hatırlamıyorum ama Gülse Birsel'i G.A.G programından beri takip eder ve severim,neyse kitabı aldım arkadaştan çantamda getirip götürüyorum eve, sabahları sıradan sonra okula girerken kel bir müdür yardımcımız vardı, kılık kıyafete takar, erkeklerin de jöleyle okula girmesine izin vermezdi, kel olmasından mütevellit diye düşünüyorum, o nedenle jölelerimizi yanımızda getirir, ilk tenefüste wc de kafalarımıza boca ederdik. Yine jölenin çantada olduğu bir gün sınıftaki itiş kakış esnasında benim jöle çantanın içinde kırılmış... evet, sakınılan göze çomak girmiş, kitabın bir kısmı jölenin ilhakına uğramış, kitabın ağzı yüzü yamulmuş. Beni aldı bir telaş, emanetin canı bir yerinde olurmuş derler ya, oradan sızıyor jölenin arta kalanı, peçete meçete sildim süpürdüm ama kitap buruş buruş oldu, gidip de nasıl söyleyeceğim ben bunu kıza, kız da çatlağın teki, deli dolu bir şey, bütün sınıfın ortasında basar bana kalayı. Bütün bu korku, endişe ve telaşı beynimde yaşarken idam mahkumlarının ipe yürümesi misali gittim yanına, el pençe divan durup vaziyeti anlattım, kitabı gösterdim. Kız bana "canın sağolsun, senden önemli mi" demesin mi, hem de en tabii haliyle, hiç düşünmeden. Acayip mutlu oldum, aradan 16 yıl geçti ve o kız arkadaşımla hiç kopmadan hala görüşürüm. İşte öyle, bu kitabı görünce bir anda aklıma geliverdi Ezgi :)