“Benim sığınaklarım, her tarafı kapalı alanlar değil, beni kimselerin göremediği yerlerdir. Benim mezarlarım şu ötede uzanmış yatanlar değil, yanımda uyuyup uyananlardır.”
.
Hepimizin mezarı bizi bekliyor. Ve biz o mezarlara her gün, kalabalıklardan sıyrılıp, birer adım daha yaklaşıyoruz. Bilinçli veya değil. Kimimiz farkında bunun hatta adımlarını hızlandırıyor. Kimimiz mezarlarının çevrelerinde dört dönüyor, ‘bir gün daha, bana bir gün daha verin’ dercesine.
.
Gündüz bilinmeyen bir zamanın, bilinmeyen bir kasabasında, bilinmeyen bir postanesinde çalışıyor. Her gün bir öncekiyle aynı.. Yine aynı günlerden birine uyandığını düşünürken; iki kişi görüyor. Biraz daha dikkatli bakıyor: o iki kişi toprağı kazıyor, başka bir şey yapmadan, adanmışlıkla..
Kasaba durur mu? İzliyorlar.
Çünkü biz önce izleriz, anlam vermeye çalışırız, sonra hikayeler uydururuz, hatta kendi uydurduklarımıza inanırız. Gündüz inanmıyor, inanmadığı için farklı o..
Elbet anlayacaklar o çukurların nelere gebe olduğunu.
Ama şimdi değil.
.
Serkan Kaya Almalı’nın yayımlanmış ilk romanı Yuvarlandığım Mezarlar. Sayfalarda okuyucuyu tedirgin kılan bir şeyler var, bir bekleyiş, akılları kurcalayan bir soru. Bu soru son sayfaya dek tazeliğini koruyor. Satır aralarında pek çok gönderme var, biz ve biz’in ne olduğuna dair.
İlk romanda bir ışık var, bu ışığı görmek ne güzel..
Umuyorum ki devamı gelsin bu soruların, Gündüz gibilerin..
.
Burak Tuna çalışması olan kapak tasarımıyla...