"Ülkemiz, katıksız bir erkekliğin, iri fallus gibi dimdik ayakta duruşundan ibaret? Bakan ne görüyor? Asık suratlı, hiç gülmeyen, yeteneksiz erkekler ve bu erkeklerin yazacağı, onların sorumlu olduğu bir tarih...
Bizim sevdiğimiz vatan bu mu? Ruhu, dokusu, sezgileri ve öfkesi hep erkeksi, adından başka hiçbir kadınsı öz taşımayan vatanımız."
"Aşkın temelinde bir başkasınınki değil, kendi varlığımız vardır. Çünkü severken farkında olmadan aslında kendimizi yüceltir, kendimize yöneliriz. Aşk, kişiliğin dış çemberinde doğar ve merkeze doğru ilerler, sonunda kişiliğin benliğine bir ok gibi saplanır. Yaranın derinliği, tutkunun şiddetiyle orantılıdır ve sanılanın aksine gerçek aşk, asla kişiden uzaklaşan ve seyrelen bir durum değildir. Özleme gelince, özlemek acıyla akrabadır; lokomotifle katar gibi. Ama hangisi ötekini çeker, işte bu belirsizdir..."
Bütün bu olup bitenin sonunda ne öğrendim biliyor musun?
"Ne yazık ki aşık olacağımız kişi, en çok hoşlandığımız, beğendiğimiz ya da bunu en çok hakeden değil, en çok özlediğimiz, yerine başka birini koyamadığımızmış."
"Seni sevebilmeliydim. Çünkü bu hem ahlâksal, hem de yazgısal bir gereklilikti. Adalet duygusunun sınırı olmayan, içindeki gizli 'ben'inin peşinden büyük ve uzun yolculuklara çıkmış birini sevmeliydim... Kendi olma cesaretini gösteren yürekli seyyahlar, yalnızca kendileri için doğmazlar..."