Nahıl, hurma demek. Ama eski kültürümüzde, bolluğu, bereketi simgeleyen bir hayat ağacı anlamı verilerek, şenliklerde, bayram günlerinde taşınan çeşitli süslerle bezenmiş madeni veya tahta gövdeli, çok dallı, görsel bir malzeme.
"Kendimiz yapmazsak tek bir oyuncağımız olamazdı. Oyuncağın çocukların önce yaptığı sonra oynadığı bir şey olduğunu düşünüyorduk. Dışarıdan, başkasından gelen bir nesne değildi.
Ben doğduktan sonra bir kaza geçirmişti. Bu kazayla oluşan özür, onu küçük yaş aşlardan başlayarak mutsuz etmişti:
Ben birkaç aylık bebekmişim. Ağabeyim iki buçuk y aşında bir çocuk olarak anneme gelmiş ve iple çektiği oyuncak a rabasıyla kardeşiini gezdirmek i stediğini söylemiş. Annem, onun "Bebek bana y eğleniyor" diye kıskanmaması için beni arabanın içine, oturur gibi yatar gibi b ırakmış ama yanımızdan ayrılmamış. Evin ikinci katındaymışız.
Odadan çıkınca teras gibi kullanılan, çevresi açık damda geçmiş olay.
A ğabeyim önce kendisine t embihlendiği gibi yavaş y avaş ve dikkatli d olaşmış arabayla, sonra gitgide daha hızlı koşmaya b aşlamış, annem yetişene kadar olan olmuş, annem beni arabadan almış ama ağabeyim damdan aşağı uçmuş
Ayla Kutlu: Fısıltı gazetesi, tabii ki çocuklardan bazılarının öl-d üğünü söylüyordu. Ankara'da gençlerle polisin b oğaz boğaza savaştıklarını söylüyordu. Abartma gitgide g enişliyor, y ayılıyordu. Anla-t ılanların yüzde 5-J0'u d oğruysa, yüzde 9 0'ı da üretiliyordu. Ancakfısıltı gazetesinin asıl önemli etkisi öyle hemen aynı gün ya da birgün sonra değildi. Türkiye'de 27 Mayısa kadar geçen bir a ylık sürede inanılmaz iddialar ortaya a tılmaya b aşlandı. Artık biz bile "Çocuk-l arı kıyma makinesinde kıymışlar da, ş u kadar k işi öldürmüşler, ş u kadar k işiyi öldürdükten sonra soğuk hava d epolarına tıkmışlar, bil-mem kimleri üst üste yığmışlar, gövde parçalarını b uzdolaplarında s aklıyorlarmış: a klınıza ne gelirse... Taşradaydık. Bize haberleri ya-lanlamak düştü. İnanmıyorlardı: "Sizin haberiniz nereden olsun• de-niyordu. İ skenderun'a gittiğim için 555 K'dan haberimiz o lmadı. Be-nim 555 K'dan yani "5 Mayıs günü saat 5'te K ızılay'da"dan çok daha sonra, yani 27 M ayıstan sonra fakülteye döndüğümüzde haberim oldu. Haberim olsa daha sevinirdim ama yoktu ne y azık ki. Sanırım Anadolu'da da kimsenin haberi o lmadı. Gazeteler beyaz sansürlen-m iş bölümlerle ç ıktı. Haber sansür edildikçe kaynak tükeniyor, abart-ma b aşlıyordu. Gazete d ışında y alnız radyo var o tarihlerde. Radyo 375 zaten hükümetin b orazanı. Rezil bir durumda haber dinlemek bile o lanaksız. Yorumlar, küfür... Vatan cephesini gitgide g üçlenmiş gibi göstermeye b aşladılar. Bütün b unların faydası olmadı.
Ağabeyim Gaziantep'te doğmuştu. Ben Antakya'da. Yani ikimiz şehirliydik. Alsan ise bir köylüydü. Akbezli.
Alsan ağlayarak babama yakınıyordu: Onun köyde doğmasına niçin izin verdiklerini soruyordu. Babam, "Köylü milletin efendisi-dir" diyordu. Bu ne anlama geliyordu, çözemiyorduk.
Harbiye'de lambalar geç yakılıyordu. Ağaçlar uzakta ve yakın da gitgide kararıyor, doğanın verici güzelliği gölgelerle-s aklanıyor du. Bütün evler çok büyük bahçelerin içinde olduğundan dünyada ne ışık, ne ses vardı. Sonra sonra lamba yakılıyordu. Her şeyin idareli kullanılması gereken zamanlardaydık. O lamba ışıkları, çevreyi ku-ş atan ağaçlar, dünyayı öyle küçük, öyle bizim varlığımızla doluveren, ışık halesinin dışında kalan karanlık yerleri korkunçlaştıran ışık ada-c ıklarıydı ki... Biraz uzaklaşsak, görünmeyen başka adalara gitmek için ne yapacağımızı bilemezdik.