Genel görecelik kuramına göre, yeryüzüne yakın olunduğunda zaman daha yavaş akacaktır.
Örneğin, ikizlerden biri deniz seviyesinde kalırken, diğeri yaşamak üzere bir dağın tepesine gönderilsin. Dağın tepesinde yaşayan, deniz seviyesinde kalan ikizinden daha hızlı yaşlanacaktır. Bu durumda yaş farkı çok azdır, ama ikizlerden ışık hızına yakın bir hızla yol alan bir uzay gemisiyle uzun bir yolculuğa çıkarsa, yaş farkı çok daha büyür. Döndüğünde, dünyada kalan ikizinden çok daha genç olacaktır. Bu durum “ ikizler paradoksu” olarak bilinir, ancak bu, zihninizin bir köşesinde mutlak zaman düşüncesi varsa bir paradokstur. Görecelik kuramında eşsiz bir mutlak zaman yoktur; bunun yerine her bireyin bulunduğu yere ve hareket edişine bağlı kişisel bir zaman ölçüleri vardır.
"... Aynı şekilde, şimdiki gibi, sadece büyük patlamadan sonra olanları bilsek de, patlama öncesinde neler olduğunu saptayamayız. Kanımızca büyük patlamadan önce olanların bir sonucu yoktur ve bu nedenle evrenin bilimsel modelinin bir parçası olamazlar. Bu nedenle patlama öncesini model dışında bırakıp, zamanın başlangıcının büyük patlama olduğunu söyleyebiliriz. Bu demektir ki, büyük patlamanın koşullarını kim hazırladı türünden sorular, bilimin ilgilendiği türde sorular değildir."
Qabarma-çəkilmə qüvvələri. 
Qravitasiya qüvvəsi məsafədən asılı olaraq zəiflədiyi üçün Yer kürəsi sizin yerin mərkəzinə bir və ya iki metr yaxın olan ayağınızı başınızdan daha böyük bir qüvvə ilə cəzb edir. Bu fərq o qədər cüzidir ki, biz bunu hiss etmirik, amma qara dəliyin səthinin yaxınlığındakı astronavtı parçalayar.
Nyuton və digərləri sabit kainatın qərarlı olmayacağını başa düşməli idilər, çünki sabit kainatda bütün ulduzların və qalaktikaların bir-birini cəzb etdiyi qravitasiya gücünü balanslaşdıracaq, cazibə qüvvəsinə əks istiqamətdə heç bir itələmə qüvvəsi yoxdur.
Böyle bir düzende, evrenimizi yöneten yasalara gittikçe yaklaşarak ilerleme kaydedeceğimizi varsaymak mantıklıdır. Ancak, gerçekten tam bir birleşik kuram varsa, bu kuramın eylemlerimizi de belirleyeceğini varsayabiliriz; yani bizzat kuram, onu arayışımızın sonuçlarını da belirleyecektir! Öyleyse, kanıtlardan doğru sonuca varmamız neden amaçlansın ki? Aynı şekilde yanlış sonuçlara varmamız amaçlanmış olamaz mı? Ya da hiçbir sonuca varmamamız?
Eski Yunanlılar gece göğüyle de çok ilgilendiler. Aristoteles dönemine gelindiğinde, insanlar yüzlerce yıldır gece gökyüzünde ışıkların hareketini kaydetmişti. Gözlemlerine göre beşi dışında (Ay'ı saymıyoruz) binlere varan ışık gökyüzünde birlikte hareket ediyordu. Kimi zaman doğu-batı güzergahında hareket ediyorlar, sonra aynı yoldan dönüyorlardı. Bu ışıklara "gezgin"in Yunancası olan planet adı verildi.
Bu ışıklara, "gezgin"in Yunancası olan planet adı verildi. Yunanlılar ancak beş gezegeni gözlemleyebildi, çünkü çıplak gözle sadece bu beş gezegen: Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn görülebiliyordu.
Işık hızı sınırını aşmada bir sorun var. Görelilik kuramına göre, uzay gemisi gitgide ışık hızına yaklaşırken, roket gücünün ivme kazanması gerekir. Bununla ilgili deneysel bir kanıtımız var; uzay gemisiyle değil ama Fermilab'da ya da Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'nde (Conseil Europeen pour la Recherche Nucleaire - CERN) bulunan temel parçacık hızlandırıcılarıyla bu deney yapıldı.