Çıkmaz sokakla başlıyor kitap. Çıkmaz sokakta insan olmaktan bıkmış ve ağaç olmayı düşünen Lerna Hanım, gölgesinden bile korkan Emine, Emine'nin kızı Çilem, Rüstem, deli güzel Ayhan, kadın adam Sofie, balıkçı eskisi Rızvan Efendi... Karakterlerle ilgili tanımlamalar oldukça ilginç görünüyordu, bakalım neler olacaktı? Çıkmaz sokakta yedi kişi birbirlerine yaslana yaslana bunca yılı devirmişler ve metruk binanın da tam karşısında.
Çıkmaz bir sokak, metruk bina ve insanlar...
Bir de o kadın... Selvi... Öylece geldi, ne bir kamyon eşlik etti ona ne de boya ustalarının fırça darbeleri.
Metruk bina ile görünmez bir bağ var karakterler arasında. Kitap okurken aklıma eskiden yıkık dökük binaların fotoğrafını çekip üzerine öykü yazdığım zamanlar geldi. Bu tarz yapılar insana daha çok anlam çağrıştırıyor sanki. Yani lüks bir rezidansın karşısına geçip öykü yazma fikri hiç akla gelmezken, yıkılmaya yüz tutmuş, pencereleri kırık, boyası dökülmüş, ayakta durmaya zor hali olan yapılar insana daha çok çağrışım yapıyor.
Tabii kendilerine yeni komşu gelen Selvi'yi de herkes merak ediyordu. Kimdi, kimlerdendi, nereden gelmişti herkesin aklında bu sorular vardı. Tuttuğu ev için bir komisyoncu da gelmemişti, sahibi miydi acaba, iyi de o evi kim tutsun ki... Akıllarında bir sürü soru. Ama Selvi hiçbirini yanıtlamadı. Peki ama neden?
Çıkmaz sokağın sakinlerini tanımak çok güzeldi. Yazarın damakta bıraktığı edebi lezzet de, okumanın kattığı her şeyi artırdı.
Bazen yeryüzünde her insan bir çıkmaz sokakta yaşıyor, her birinin hikayesini bildiği diğer insanlarla birlikte...