Garipsi huylar edindim nicedir/ Garipsi duygular edindim. /Artık iyice tükenen / Bir ölü umuttan mıdır /Gittikçe yoğunlaşan bu yaşlı /Bh yılgın yalnızlıktan mı? / Yoksa eşiklerden sızan/ Şu rezil ölüm korkusundan mı? / Söndürüp her gece ışıklarımı/ - Yalancı bir aydınlığı siler gibi - / İncecik bir mum yakıyorum. /
Çocukluğum olmadı benim/ Gençliğim olmadı. / Babam karanlık bir adamdı/ Korkularla besledi bizi/ Annem zayıf mı zayıf / Sevgisini göstermeye korkardı. / Bir küçücük kumru kuşu büyüttüm / Göğsümün gizlisinde/ Yumuşaklık adına, sevgi adına/ Konduğu tüm dalları / Aykırı bir rüzgâr aldı. / Baskılar safra gibi attı dışarı /Korkular safra gibi attı /Evimden uzak evler üstüne /Gerçeğini şimdi bile bilmediğim /Ne olmadık düşler kurdum. / İnce içlenmelerle her akşam/ Dalgın baktığım camlardan/ Bir gizli mutluluk sızardı/ Işık yerine... /
Burada yürümeyi tekrar öğrenmek gerekiyordu; durmayı yeniden öğrenmek. Bir süre sonra herkes birbirine benzemeye başlamıştı çünkü; bütün evler birbirine, kadınlar birbirine. Öyle olunca yürümeler de aynıydı, durmalar da, bakmalar da...
Gülemek mi? / Gülerim, güldüğüm çok olmuştur. / Gülüşüm hoyrat taşlarda/ İncecik kırılan cam/ kendi kıyılarını döven su sesi/ Bir ağacın ilkyaz eşiğinde/ Leylim leylim yaprak dökmesi/ Bilene ağıt gibi oturur / Burda bir kadının gamsız gülmesi... /
Gülerim, güldüğüm çok olmuştur. /
Cebindeki katlanmış kâğıtlara uygun bir yüz arıyordu şair. Bulacağı kadının acelesi olmamalıydı. Kelimelere saygısı olmalı, onların ağırlığını az çok hissedebilmeliydi.
Bir öykünün, yazarının içinde nasıl yeşerdiğini biliyorum ama, bir şiir bir şairin kalbine nasıl düşer, orada kalbiyle birlikte nasıl pıt pıt atar, sonra da onu nasıl nefessiz bırakır, bunları bilmiyorum.