"Dünyada en çok neyi seversin Mimitos?"
"Önce ekmeği. Hey gözünü sevdiğim! Sıcak sıcak, hele bir de buğday ekmeği oldu mu! Ulan, arpadan da olsun be! Sonra şarabı severim... Sonra uykuyu..."
"Ya kadını?"
"Püff! Ye, iç, sonra dayan uykuya! Ötesi maval!"
"Kelebeğin bu tüylü iskeleti, sanırım ki, bilincimde en büyük ağırlıktı. Ve işte bugün, ta derinden anladım; Yüzyıllık yasaları oldu bittiye getirmek öldürücü bir günahtır; ölümsüz uyumu güvenle izlemek insanın borcudur."
Kader mi? Zihnin kendini avutma yöntemlerinden yalnızca biri mi delirmemek için?!
Yıllardır bütün zehirlerin bala dönüştüğü bir arı kovanı olan beynime dulun katili gelip çöreklenmiş ve orayı allak bullak etmişti. Felsefem, bu korkunç uyarıyı hemencecik kavradı, onu imgelerle kuşattı; kurnazca ve çabucak onu zararsız duruma sokuverdi. Tıpkı, balarılarının, ballarını çalmak için kovana giren aç eşekarısını balmumuyla örtüp dondurdukları gibi.
Birkaç saat sonra, dul, belleğimde rahat, durgun bir simgeye dönüşmüş, dinleniyordu. Yüreğimin içinde, balmumuyla kaplanıp dondurulmuştu. İçimde artık öyle büyük panikler yaratamaz, beynimi inmeli duruma sokamazdı.
O günkü korkunç olaylar genişledi, zamana ve uzaya yayıldı, geçmiş büyük uygarlıklardan biriyle bütünleşti, uygarlıklar yeryüzünün kaderi oldular, yeryüzü evrenin kaderi oldu ve bütün bunlar dula dönüştü. Kımıltısız, sessiz duran dulu, büyük varoluş yasaları içinde, katilleriyle barışmış buldum.
" Vatanım diyorsun... Kağıtlarının sana söylediği,incir çekirdeğini bile doldurmayan o boş sözlere kulak asıyorsun... Sen beni dinle; vatan var oldukça insan canavar kalacaktır, evcilleşmez canavar... Ama, şükür Tanrı' ya, kurtuldum, geçti! Ya sen?"