İnsanların olduğu gibi, kitapların da kaderi vardır: kimi kitaplar çok bilinir, çok satılır; kimi kitaplar da çok değerli olmalarına rağmen fazla bilinmez, ancak okunduktan sonra değeri anlaşılır. Bizim "Nehirlerin Dili" kitabımızın kaderi de böyle...
Genç birisi, kaderi olacak kitapların sesini ancak yarım kulak dinler; bitirmeye kalmadan kendi sesini yükseltmeye kalkar! Çünkü aradığı hakikat değil kendisidir.
Hayat, sonsuz bir soru işaretidir. Cevabı ararken yaşarız, bulduğumuzu sanırken yanılırız.”
Amin Maalouf’un Semerkand adlı romanı tam da böyle düşündürüyor insana. Kitabı okurken hem bir tarih yolculuğuna çıkıyorsun hem de kendinle ilgili bir şeyler buluyorsun Roman iki farklı zaman diliminde geçiyor. Biri 11. yüzyılda, İran’da diğeri 20. yüzyılın başlarında, İran devrimi döneminde. Merkezde, ünlü şair ve gökbilimci Ömer Hayyam var. Onun hayatı, Rubaiyatı ve yaşadığı dönemin karmaşık politik, dini yapısı anlatılıyor. Ama aynı zamanda bir el yazması Rubaiyat kitabının yüzyıllar boyunca başına gelenleri de takip ediyoruz.
Kurgunun bir diğer ana karakteri ise Amerikalı bir tarihçi. Bu kişi Rubaiyat’ın peşine düşüyor ve onun izini sürerken geçmişle bugün arasında bir köprü kuruluyor.Kitapta çok katmanlı bir hikâye var
Aşk var ama öyle klişe bir aşk hikayesi değil.
Felsefe var, özellikle Hayyam’ın “dine ve fanatizme” karşı düşünceleri çarpıcı. Tarih var, hem İslam dünyasının o dönemki hali hem de İran’ın sonradan yaşadığı siyasi çalkantılar. Ve bir de kitapların kaderi, yani yazının gücü, bilginin nasıl yok edilip nasıl yaşatıldığı…
SemerkantAmin Maalouf · Yapı Kredi Yayınları · 202068,5bin okunma