İnsan geçmişinden mi kaçamaz yoksa zaaflarından mı?
Yoksa zaafların sebep olduğu geçmiş küçük bir kıvılcım mı bekler.
Bu eserde Tolstoy' un eşinden kıyı bucak sakladığı eseri Şeytan isimli öykü bizi karşılıyor ilk olarak. Daha sonra Peder Sergi' nin hikayesini okuyoruz.
Yazar Tolstoy olunca tabi akar sular duruyor. Rüştünü ispatlamış bir kalem.
Janya
tanrı ve zaman yanlış hatmedilmiş
kiliselerin çanları sağır…
minareler kısa…
dekolte doktrinler giyinmiş abdal…
geç kalmış, geç yağmış yağmurlarla dolmuş
sarnıçlar, yırtıcı bir neşter darbesiyle, bulanmışlar
nükleer sevdalardan olan kuleler, rokoko kristallerle
süslenmiş tünellerde lime lime olmuşlar, bikes düşlere
darılmışım,
Savunmam şudur:
Ben buyum, çünkü ateş de bu. Ateş de bir, ateş de su. Ateşin yalımlarından geçen hattın dağınık varoluşu. Varlıkla oluşun antikitede ayrıklığı ve skolastik modernitedeki bir çamur oluşu. Hamur ki, humus ki, toprak oluşu. Gariptir ki insanın insandan varoluşu. Ben ki bir kıvılcım, ben ki bir kül, ben ki şöminenin kara zeminindeki
Sürekli sevginin yüceliğinden bahsedip dururum. Şu bedava olan "sevgi". Bedava demesem anlamıyor insanlar. Çünküsünü hepimiz biliyoruz. Kaçımız karşılıksız, beklentisiz, çıkarsız ve kalben bir insana sevgi gösteriyoruz. Bırakın insanı bize zararı olmayan hatta belki fayda gösteren hayvan dediğimiz canlılara zarar veriyoruz sözde