Bir buçuk saattir annemle "Gülistan Tokdemir, Engin Nurşani, Selda Bağcan, Dilberay, Kıvırcık Ali" türküleri dinleyerek sarma sardık. Kendimi Dilberay'ın mapus arkadaşı gibi hissediyorum, her an Zorunda mıyım diye bağırasım var ~E. K.
Salonda küçük bir kalabalık, ellerinde kadeh bir şey içiyorlar. Balkonda üç çift içeriden gramofonda çalınan bir muzikaya ayak uydurmuş dönüyor. Sungur Balta’nın kollarının arasında iriyarı bir kadın var. Kıvırcık saçları başında bir kabile şefinin saçları gibi kabarmış, ötekiler o gün Zehra ile kampa gelen hariciyeli gençler. Biri acı yeşil dekolte fistanlı upuzun bir kadına sarılmış, açık sırtının kemikleri sayılan zayıf bir kadın, saçları başına yapıştırılmış, ensesinde toplanmış, ipince sarı profilinde uzun siyah kirpiklerinin gölgesi ta denizden seçiliyor. Tıpkı sinemalarda olduğu gibi kadınla erkeğin başı birbirine dayanmış... Tıpkı, tıpkı. Kadın arada başını kaldırıyor, erguvan renkli dudakları yine sinema yıldızı gibi erkeğe uzanıyor. Ve omuzları çökük hafif vücut kamptaki gençlere çarpıntı veren nazlı bir ahenkle dönüyor. Kürekler sert darbelerle suyu yarmaya, sandal ışıkların aydınlattığı sularda kayıp gitmeye başladı. Çiftler birbirinden ayrıldı, balkonun parmaklığından denize abandılar. Bir erkek sesi: Kamp gençleri deniz sefası yapıyor, dedi. Zehra’nın nazlı sesi azıcık kısık: Haşim... Haşim... Haşim, diye seslendi.
Reklam
Ahmet sigarasını bir düziye çekiyor. Hasan’ın ince yüzü bumburuşuk, gözlerini uykusu gelmiş bir çocuk gibi kırpıştırıyordu. Ahmet’in şaşılaşarak sigarasının ateşini seyreden gözlerinin içinde bir hülya – yat, koru, yalı sahibi milyoner Ahmet ve yeşil gözlü, saz gibi ince, peri gibi güzel karısı... Başından ayağına kadar ipek ve elmas içinde. Hasan’ın kırpışan gözlerinin arkasında başka bir hülya – uzun, iri, kıvırcık kara saçları omuzlarına dökülmüş, siyah gözleri tatlı şehla bir kadın. Gerçi arkasında ipek bir pijama var, fakat ellerinde hizmetçilik günlerinin, ağır emeklerinin vurduğu damgalar da var. Parmakları şiş, kırmızı, avuçları sert, geniş, kudretli eller. Fakat Hasan’ın omzuna dokunduğu, yanaklarını gül yaprakları okşar gibi, kıyamayarak sevdiği zaman temasları ipekten örülmüş bir rikkat timsali. Bu eller Hasan’ın anası Zeyno’nun. Hasan kitaplarının üstünde uyuklarken o ayaklarının ucuna basarak odasına gelir: — Gözünden uyhu ahir, soyha... derdi.
Teresa, benim piç olduğumu biliyordu ve bana sürekli neden araştırmadığımı, hiç olmazsa, annemin kim olduğunu merak edip etmediğimi soruyordu. "Belki de," diyordu bana, "bu tavrın, ta- şıdığın kan yüzündendir. Annen baban Çingenedir, tüylerin bile kıvırcık senin..."
Peygamberimiz ﴾ﷺ﴿ ’in şemâili ⤸
Hz. Ali, Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam Efendimizin şekil ve şemailini şöyle tarif eder: Peygamber Aleyhisselam ne öyle uzun boylu ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi. Kendisinin el ve ayak parmakları kalınca; başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi. Omuzları, dizleri ve bilekleri kemikli idi. Göğsünde, göbeğine kadar
Kurban olurum sana ey benim Gül Sultanım ❥
bilmem ki nasıl anlatayım bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek bir de o adını bile bilmediği kıvırcık saçlı “devrimci” öğrenciyi
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.