Jean-Pierre Dupuy'un yaklaşımı şu ki, eğer (sosyal ya da çevresel) bir felaket tehdidi ile kozumuzu gereğince paylaşmak istiyorsak şu "tarihi" zamansallık mefhumundan da kurtulmamız gerekiyor: Yeni bir zaman mefhumunu devreye sokmak zorundayız. Dupuy bu zamanı "bir projenin zamanı" diye, geçmişle gelecek arasındaki bir kapalı devrenin zamanı diye adlandırıyor: Gelecek, geçmişteki eylemlerimiz tarafından raslantısal olarak üretilir, bu sırada bizim eylemimiz de gelecekle ilgili kestirimimiz ve bu kestirime verdiğimiz tepki tarafından belirlenir.
Sigmund Freud "medeniyetin memnuniyetsizliği"nden söz etmişti - insan denilen hayvan, medeni hayatın talep ettiği kısıtlar altında asla huzur bulamıyor, insanların içindeki bir şey daima medeniyete başkaldırıyor, diyordu. Çağda bilim ve teknolojinin getirdikleriyle birlikte memnuniyetsizlik, kültürden bizzat tabiata yöneliyor: Nüfuz edilemeyen yoğunluğunu kaybettikçe -insani formunda olsun ya olmasın- tabiat gayri-tabiileşiyor. Bu haliyle bize, herhangi bir anda patlayıp felaketli istikametlere doğru saçılabilecek kırılgan bir mekanizma gibi görünüyor.
"Günümüzün tarihi durumu, bizi proletarya mefhumunu terke falan zorlamıyor; tersine, tarihi durumumuz bizi bu mefhumu Marx'ın bile muhayyilesini zorlayacak bir varoluşsal seviyeye dek radikalize etmeye zorluyor."
14*Tabiata içkin işbu kararsızlık düşünüldüğünde en
doğrusu, ta 1970’lerde bir Alman çevrebilimcinin
getirdiği şu öneri gibi gözüküyor: Tabiat sürekli
değiştiğine ve Dünya üzerindeki koşullar birkaç yüzyıl içinde insanların hayatta kalmasını imkânsızlaştıracağına göre, insanlığın ortak amacı kendini tabiata uydurmak değil, Dünya’nın ekolojisine daha da şiddetle müdahale ederek Dünya’nın değişimini dondurmak olmalıdır. Böylelikle Dünyanın ekolojisi temelde aynı kalacak ve insanlığın hayatını idamesine izin verecektir. Bu üç öneride ekolojik hakikat iyi bir ifadesini bulmaktadır.