Selma son işgal kuvvetlerinin ayrılışlarını her zaman hatırlayacaktı. Askeri töreni görmek için, annesiyle birlikte Dolmabahçe Sarayı'na gitmişti. Teyzeleri ve kuzenleriyle birlikte, sarayın Boğaziçi'ne bakan pencereleri önünde kümelenmişlerdi. Ekim güneşi mermer çeşmeler üzerinde oynaşıyordu. Boğaz'ın her iki yakasında halk rıhtımları doldurmuştu.
Saat 10.30'da, bahriye bandosu önde olmak üzere, türk piyade müfrezesi meydandaki yerini aldı. Beyaz ay yıldızlı kırmızı bayrak dalga dalgaydı. Birkaç dakika sonra fransız birliği geldi. Arkadan italyanlar ve ingilizler yerlerini aldılar. Türklerin karşısına sıra halinde dizilmişlerdi. Bir kenarda kordiplomatik, hazırola geçmişcesine, dimdik ayaktaydı. 11.30'da müttefik yüksek komiserleri göründü: General Pellè, General Harrington, Marki de Garroni. Sırmalı üniformaları ve solgun yüzleriyle!
İstanbul valisi heyecanını zor saklayan adımlarla ilerledi. Bando sırasıyla ingiliz, fransız ve italyan marşlarını çaldı.
Sonra türk marşı, rüzgarda ddalgalanan al bayrağın gölgesinde, ağır ağır gökyüzüne doğru yükseldi. Müttefik birlikler türk bayrağını selamladıktan sonra yerlerinden ayrıldılar ve kendilerini bekleyen tenelere bindiler. Savaş gemilerinden herbiri, kendi milli marşlarının eşliğinde, beş yıldır hüküm sürdükleri türk sularını terk etmeğe başladılar. Halk sessiz, onları gözleriyle izliyordu. Marmara'nın mavi sularında ufak bir nokta oluncaya kadar...
Dolmabahçe Sarayı'nın penceresinde, yetişme çağında bir kızçocuğu, annesinin elini sıkıyordu, gözyaşları içinde birbirlerine gülümsüyorlardı.