Boka'nın ağzından kerpetenle bile söz alınamazdı. Çonakoş desen atar tutar, boyundan büyük laflar ederdi. Şimdi de abuk sabuk konuşuyordu işte. Sözümona Botanik Bahçesi'deki kale harabesinin orada vahşi hayvanlar varmış. Nemeçek az kalsın suda boğuluyormuş falan filan. Kızıl Gömlekliler de büyük bir ateşin çevresinde oturuyorlarmış, mış da mış! Birbir türlü hikâye anlatıyordu ama
en önemlisini unutuyordu. Üstelik Çonakoş'u sonuna kadar dinlemek olanaksızdı. Çünkü o
sonu gelmez ıslıklarıyla dinleyicilerini sağır ediyordu.
Her sevgi bir düğüm atmış koluna
Dokundukça inler, yarası vardır.
Irak gönüllerin uçurumuna
Ezgiden bir köprü kurası vardır.
Aslı saçlarını yönüne sermiş,
Altı tel koparıp göğsüne germiş,
Kerem, yarasından bir kabuk vermiş,
Bana: “Biat et, iki masa dışında istediğin masaya otur." dediler. Ben ise, gidip kızıl kale askeri zindanlarındaki hücrelere girdim. Bir süre sonra eli boş dışarı çıktım. Bu defa da ülkenin "yeşil kale" zindanlarına düşmüş gibi oldum. Bağ ve bahçeye kavuşan diğer arkadaşlarımla kendimi kıyaslayınca sevinç, şükür ve şevk deryasında boğuluyorum. O "en büyük leke"ye takılıp kalmadım; dünyaya bulaşmadım. Öğretmenliği ve sessizligi seçtim,hale bakıp sözlere aldırmadım diye, Allah'a hamt ediyorum: içim içime sığmıyor. Onlar altın topladılar, ben hazine buldum Onlar saraylar inşa edip birkaç koltuk elde ettiler, ben tapınak inşa ettim ve iyilik tanrısının sonsuz iklimlerinde saltanat tahtına kuruldum. Onlar bağ bahçe aldılar, ben ise mucizelerin yeşil ülkesine sahibim. Onlar masa başlarında gururlandılar, ben aşk tapınagının minaresinde, gururumu ayaklar altına aldım. Onlar Kayser'in köleleri oldular, ben ise "Hakim"in sahabisi oldum...