Öncelikle bir konuda herkesle anlaşalım. Bu soruların incelemesini 15 güne yakın bir sürede anca yazdım. Sonu nerede bu yazının, diyerek kontrol edilmeden önce, bu sitedeki en uzun inceleme bu olmuştur, diyebilirim. Kimseden bu Evren incelemesini komple okumasını beklemiyorum. Bu incelemenin %10'una sahip incelemeler bile genelde burada uzun
"Türk'ü anlamak için, türkü dinlemek gerek!" (Ahmet Haldun Terzioğlu)
Kıvırcık saçlı Halil İbrahim'in hikayesini nasıl dinlerseniz dinleyin, hüzünlenmemek elde değildir. Bunca art niyetli insanların arasında hayatı zayi olan bu genç Halil İbrahim'in hayatını bilmeyen kalmamalı deyip hikayemize geçelim.
Türküde adı geçen
Büyük Şair Şehriyar söylüyor:
heyder baba, ıldırımlar şakanda,
seller, sular şakkıldayıb akanda,
kızlar ona saf bağlayıb bakanda,
selâm olsun şevkatize, elize,
menim de bir adım gelsin dilize.
O kadar bağlıyız ki yurda gönül bağıyla,
Öyle yoğrulmuşuz ki biz ana toprağıyla,
Varsın bütün ülkemiz susuzluktan ağarsın,
Kızıl güneş kor olsun başucumuzda varsın,
Yalçın kayalar gibi can evinden yanar da
Denemeyiz bahtı biz yabancı bir diyarda.
Derdim, köklü çınardır Türk'ün ikinci adı,
Çınarı söken bora bizi kımıldatmadı!
Yurdunda bir dikili ağaç kalmadığı gün
Yerinde durduğunu görürler gene Türk'ün...
Ayırmaya çalışmak ikisini boş emek:
Türk demek yurt demektir, yurt demek de Türk demek!
Öyle çamlar gördüm ki; fırtına sadece bir taraflarındaki dalların büyümesine izin vermişti. Bazıları da tepelerindeki kayalara kızıl gövdeleriyle yılan gibi sarılmış ağaç ile kaya birbirine yaslanarak ayakta kalmıştı.Bana savaşçı adamlar gibi bakıyor yüreğimde korku ve saygı uyandırıyorlardı. Bizim erkeklerimiz ve kadınlarımız onlara benziyordu.Sertti onlar da kırış kırış, ketum. Böyle öğrendim ben insanları ağaçlar ya da kayalar gibi görmeyi. Onlar hakkında düşünmeyi. Onları o sessiz çamlardan, ne daha az saygıdeğer bulmayı ne de daha çok sevmeyi.
Ne görür gülde yâ bî-çâre bülbül
Ki gülistâna karşı gulgul eyler
Ne gördü Leylâ'nın yüzünde Mecnûn
Akıdıp göz yaşın âb u sel eyler
Ne göründü şu Ferhâd'ın gözüne
Kayalar kesüben dosta yol eyler
..
Bî-çâre Yûnus'un altûn sözünü
Câhile söylemen kızıl pûl eyler
“İlgi, alakayla, hevesle, neşeyle dolup taşıyor. Dünya onun için büyüleyici, şaşırtıcı, gizemli, neşe kaynağı bir yer. Yeni bir çiçek keşfettiğinde ağzı kulaklarına varıyor, seviyor çiçeği, öpüp kokluyor, konuşuyor onunla, sevecen isimler dökülüyor ağzından. Tam bir renk delisi; kahverengi kayalar, sarı kum, gri yosun, yeşil yapraklar, mavi gök, sedef rengine bulanmış şafak, dağlardaki mor silüetler, günbatımında kızıl denizlerde yüzen altın rengi adalar, sıra sıra bulut kümelerinin arasında süzülen solgun ay, uzayın derinlerinde mücevher gibi parıldayan yıldızlar…
Görebildiğim kadarıyla bunların hiçbirinin kimseye bir faydası yok ama rengârenk ve görkemli olmaları ona yetiyor da artıyor, aklı başından gidiyor.”
Safak söküp tan yerleri atanda.
Baykuş harda, acı acı ötüyor?
Oğul şehit olup yerde yatanda,
Ak elleri, kızıl kana batıyor.
**********
Bahar gelir yer çiçekle bezeli,
Sonbaharda döker yaprak gazeli,
Oğul şehit olmuş, harda acep mezarı?
Felek beni taşa çalsan neyleyim.
***********
Dağlara saldırdım geyikler gibi,
Bağrımı dağlıyor oğul ateşi
Ne kayalar koydum ne de taş dibi,
Yitirdim yavrumu el diyarında."
Eğer bir göktaşı bulursanız, bu 470 milyon parçalanmış dev bir asteraide ait olabilir. Bu asteroit, Ordovisiyen Dönemi'nde Dünya'ya yağmur gibi kondrit yağmasına neden olmuştu. Parçaların çoğu halen düştükleri yerde duruyor ve günümüzde bile Dünya'ya düşen göktaşlarının çoğunluğunu oluşturuyorlar.
Göktaşları, nadiren insanların
"Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle!
Yara açsın kayalar ayaklarında, varsın,
Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın,
Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını.
Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını,
Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle
Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle.
Sırtında bir
Bir memlekette Fuad Köprülü gıbı, dünyâca tanınmış ve inanılmış bir Türk Dili ve Edebiyâtı âlimi varken; Yahyâ Kemal gibi, son asır Türkçesini en yüksek seviyesine ulaştırmış bir büyük şâir yaşarken; hattâ Hüseyin Câhit gibi, dil'le oynamak olmıyacağını cesâretle söylemiş bir fikir adamı hayattayken; yâhut, Fâruk Nâfiz ve Orhan Seyfi gibi
Milli