Gene de, aşk, vücudun ve duyguların doyurulmasından daha fazla bir şeydi. Karşılıklı birbirini düşünüp değer verme, günlük yaşamın sorunlarını ve neşesini paylaşmaydı aşk.
Adaların büyülü bir havası vardı, yalnızca ada sözcüğü bile büyüleyicilik içeriyordu. Ada bir bakıma insanın dünyayla bağlantısının kesilmesi anlamına geliyordu, başlı başına bir dünyaydı... Belki de bir daha asla geri dönemeyeceği bir dünya...
İntikam.
Size zarar verildiğinde bundan daha fazla ihtiyaç duyduğunuz başka hiçbir his yoktu. Ve onu tecrübe ettikten sonra sizi daha fazla suçlu hissettiren de.
Hastalıkları, bilgisiz insanlar tarafından çoğunlukla yoğun mutsuzluk olarak yanlış şekilde tanımlanan depresiflerin ne denli acı çektiğini, son haftalarda kötü bir biçimde öğrenmek zorunda kalmıştı. Gerçekte öylesine derin bir ruhsal boşluğa düşüyordunuz ki sürekli bahsi geçen o meşhur battaniyeyi başınızın üstüne çekecek gücü dahi bulamıyordunuz. Güçsüzlük belirtilerini azaltan ilaçları ilk kez kullanan depresyon hastalarının intihara kalkışmasındaki nedenlerden biri de buydu. Bu ilaçlar onlara yaşamak için gerekli gücü vermek yerine, onu sonlandırmak için gereken cesareti sağlıyordu.
Ruhsal hastalıklardaki sorun, kendi kendinize teşhis koyamamanızdı. Beyninizi kendi beyninizle anlamaya çalışmak, tek kollu bir cerrahın kendi elini dikmeye çalışmasıyla aynı şeydi. Bu mümkün değildi.