Röportaj
Ölüm oyunları serisinin yazarı Lena Diaz ile röportaj yapma imkanı buldum. Kendisi çok cana yakın birisi, mail yolu ile soruları göndermemi rica etti ve bir kaç gün içerisin de cevapları gönderdi. Kendisine çok teşekkür ederim. 1) Kitap yazmaya nasıl başladınız? Her zaman aç gözlü bir okurdum, aşk ve cinayet romanları benim favorilerimdi.
Kitle için yazdıklarını zanneden muharrirlerimiz ise en gülünç olanlarıdır. Kitle ile beraber ıstırap çekmiyen, halkın sevinci ile yüzü gülüp onun isyanı ile şaha kalkmıyan, nabzı kitlenin nabzile ayni tempoda atmıyan adamın kitleye "sen" diye hitabetmesi hattâ gülünçten de ileri bir şeydir. Hâlâ köylüyü Amerikalı bir seyyah gözile veya iptidaî bir hayvan gören büyük romancılarımız var. Halktan bahsediyorum diyen yabancı ve ucuz esprili hikâyelerle halkı maskaraya çeviren meşhur muharrirlerimiz var. Cinsî ihtibaslardan histeriye uğramış yarım tahsilli genç kızlar için yazdığı sulu romanının cildlerine dayanarak kendisine "en çok okunan halk muharriri" sıfatını takan şımarık şarlatanlar var. Edebiyatımızla okurlar kitlesi arasındaki boşluğu bunlar mı dolduracak?
Reklam
"Futbolcular henüz yoktu ve genç kızlar hâlâ şairlerin adlarını ezberliyorlardı".
Kızlar
Öperseniz beyefendi degilsinizdir, Öpmezseniz adam degilsiniz. Iltifat edersiniz yalan der Etmezseniz birakir gider.
Günler, geceler, haftalar, aylar geçti. Nuh tufanı gibi dünyanın devranını, tarihini değiştirecek olan bu ikinci tufan bir "Türk tufanı" idi. Bu tufanın her damlasında beşeriyetin nesl-i atisi için bir baba hüviyeti saklı idi... Bu tufan Avrupa'nın o zaman için, yıpranmış, paslanmış çehresini yıkacak, bu tufan ruhlara cila, gönüllere muhabbet, adalete kuvvet verecek, çelimsiz kadınlardan gürbüz çocuklar peyda edecekti. Bu Altın Ordu'da milyonlarca ikinci Hazret-i Adem, milyonlarca ikinci Ebü'l-beşer cevheri vardı. Bu Türk tufanı, bu feyiz tufanı, beşeriyetin tekemmülü için bir halet-i tabiiye, bir rahmetti. Bir sevk-i tabii, bir azmi kavi ile gittikçe köpürüyor, gittikçe yayılıyor, gittikçe büyüyordu; önüne gelen ormanların koca koca ağaçları, çayırların mini mini çimenleri gibi atların ayakları altında eziliyor, arkada bir yeşil ot bile görünmez oluyordu... Denizlere benzeyen büyük nehirler, bunların önünde yılanvari kıvrılarak yataklarından çıkıyor ve istikametlerini değiştiriyor, çağlayanlarında bir damla nem bile ışıldamaz hale geliyordu... Dağlar bu tufana geçit vermemek için ya aşına aşına yarılıyor, ya ezile ezile gömülüyordu... Bu suretle, bitmez tükenmez ordu halkı, kara, kızıl, ak, batak kumlardan geçitler; dağ, yar, dere, tepe ormanlardan aştılar; çamurlara bulandılar, çığlarla yuvarlandılar... Yolda babalar, boğalar öldü, çocuklar, danalar doğdu; analar, kısraklar düştü; kızlar, taylar büyüdü... Düşen düştü, ölen öldü, denizden bir damla eksilmiş gibi tufan yine kabardı, yine ilerledi...
Ey Güneş, ey hayatın sahibi! Bize boğa gibi kuvvetli, at gibi ilerlemek isteyen, Tuğrul gibi yükselmeği seven, koyun gibi sakin oğullar ve kızlar ver!... Dünyayı ışıkların gibi zürriyetimizle doldur!...
Reklam
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.