Ne acılar, ne acılar gizliydi bir korkunç yalnızlığın içinde! Kazandığım başarılara karşı ödüller alırken bile, ne annem, ne babam vardı beni orada kutlayacak; oysa bütün arkadaşlarımın büyükleri salonu doldurmuştular. Klasik olarak armağan dağıtan kişiyi öpecek yerde kucağına kapanıp, hıçkıra hıçkıra ağladım.
Akşam da kazandığım armağanları sobaya atıp yaktım. Armağan dağıtımından önceki hazırlık haftası boyunca ana babalar şehirde kalıyorlar, Bu yüzden bütün arkadaşlarım Daha sabah der demez sevinç içinde kalkıp gidiyorlardı; bense, ailem buraya Çok yakında oturduğu halde, aileleri çok uzakta oturan öğrencilerle birlikte bahçede kalıyordum. Akşamları, dua sırasında, gündüzü dışarıda geçirmiş bu insafsızlar, aileleriyle yedikleri güzel yemekleri anlatırlardı. Girdiğim çevrelerin büyüklüğü oranında mutsuzluğumun da büyüklüğünü göreceksiniz. Beni böyle her zaman bir başıma yaşamaya mahkum eden kaderimi değiştirmek için ne çabalar göstermedim! İçimde nice nice umutlar büyüdü sonra bir gün içinde yıkılıp gitti. Annemle babam gelsinler diye duygularımı fazlasıyla belli eden abartılı mektuplar yazıyordum. Gelmelerini sağlamak için, istedikleri her şartı yerine getiriyordum. Hele Armağan günü yaklaştıkça yalvarmalarımı daha da artırıyor, kazanacağımı sezdiğim başarılardan bahsediyordum. Annemin babamın mektuplarıma cevap vermeyişlerine aldanmıyor, büyük bir coşku içinde onların yollarını gözlüyor, geleceklerini söylüyordum arkadaşlarıma.
Agatha Christie’den “Cinayetler Oteli” adlı kitabı okudum. Bu kitabı Polis Haftası dolayısı ile yapılan yarışmadan kazandım ( ️ ).
Agatha Christie ve kitapları denilince benim için akan sular durur. Anketlerde sıkça sorulan sorudur: “En sevdiğiniz, beğendiğiniz yazar kim?” diye ben bu sorunun cevabına hiç Agatha Christie demedim. Çünkü O,
Murat Gülsoy, her ne kadar kendisini yazar olarak tanıtmak istemese de, yazar ve akademisyen. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Mühendislik ve psikoloji eğitimi almış. Öyküleri ve romanları dışında yaratıcı yazarlık üzerine yaptığı etkinlikleri ve “Büyübozumu: Yaratıcı Yazarlık” kitabı ile öne çıkıyor.
Gülsoy’un
Yemek konusu dışında babamla anlaşamadığımız hiçbir konu yoktu. Alman usulü çocuk yetiştirme gariplikliklerine de hiçbir zaman itirazım olmamıştı. Alman çocukları gibi akşamları erkenden yatar, hem gece hem de gündüz evde yalnız başıma kalabilir, kendi kendimi oyuncaklarımla, kitap ve dergilerle oyalayabilirdim. Büyüklerin sözüne karışmaz,
Millennium serisine başlamak için geç kaldığımı kabul etmem gerekiyor incelemeye geçmeden önce. Tam bir polisiye tutkunu olarak şu ana kadar neden okumadığımı kendim de anlamadım ama bahane olarak son yıllarda edebi değeri daha yüksek olan klasik benzeri kitaplara öncelik vermem gösterilebilir. Yaklaşık bir buçuk yıldır covidle mücadele ettiğimiz
Final haftası malum, insan ders çalışmak dışında her şeyi yapmak istiyor. 40 dakikada biten çıtır çerez bir kitaptı. Sayfa sayısı 50 zaten. 70 yaşında bir yaşlı olarak doğup her sene küçülen Button’ın hikayesini anlatıyor. Aklımı kurcalayan tek kısım, Bayan Button’ın 1.65 boyundaki bir yaşlıyı nasıl doğurduğu gerçeği