Simasına dair bile bir fikrim olmayan Ahmet Çiftçi'nin samimi bir gaye güderek Türkiye'ye bir kurtuluş reçetesi yazmaya çalıştığını görebiliyorum bu kitapta. Kitap döneminde ilgi görmüş ve gerekli teknik eleştiriler yapılmış mıdır bilmiyorum. Ama görebildiğim kadarıyla bu reçete bu hastayı iyileştirmez.Hatta hasta tedaviye ters yönde cevap verir.
Görünen o ki; doktorun biraz kafası karışık. Bunu açıkçası Cumhuriyet sonrası üniversite mezunlarında da sıkça görürüz. Okunan, izlenen, tecrübelerden sonra kafa iyice karışmış ve kendi filtresinden iyi olarak kalan her şeyi bir keseye doldurararak bir sistem oluşturduğu inancına kapılmışlar bu kimseler. Ortaya çıkan garabet... Kopyala-yapıştır fonksiyonları ile biraz liberalizm, biraz komünizm, biraz başka bir şeyler...
Benim bu kafa karışıklığında temel olarak ilgilendiğim belki tek bir husus var. Ahmet Çiftçi inandığı reçetenin işe yaraması için dindarların olması gerektiğini savunuyor sistemin başında. Bunu da gerekçelendirirken kendisini dindarın ahlakına yaslıyor. Ahlak'ın İslam'dan geldiğini kabul ediyor ama nizamın İslam'dan geldiğini açıkça kavrayamamış. Dolayısıyla dindar, ahlaklı ama İslam nizamı yerine başka bir nizamla hayatı canlı tutmaya çalışan bir insan topluluğu fikri ortaya çıkıyor.