fark ettim ki, bir zamandan sonra sadece üzgün olduğumda veya bir duygu karmaşası içinde olduğumda yazmaya başlamışım. küçükken yazdığım günlüklere bakıyorum, neredeyse her gün yazmışım, her ânı, hatırladığım her şeyi kâğıda dökmeye çalışmışım. ama bir zaman sonra sadece negatif duygular hissederken kelimelere dökmeye başlamışım. iyi bir şey olduğunda karalama gibi geçiştirmişim sanki.
fark ettim ki, bir zamandan sonra sanırım güzel zamanları görmezden gelmeye başlamışım, sanki kendime unutturmaya çabalamışım. şükürsüzlük belki de. belki de zamanla, gerçekten, samimice şükretmeyi unutmuşum. ne zamandan sonra mı? sanırım ben de bilmiyorum.
uzun zamandır istediğim minyatür kursuna başlamıştım, ilk derste bir çalışmayı bitirmem gereken vakitte üç çalışmayı birden bitirmişim.
geç başladığım için eskiz çizimleri yapmak canımı sıkıyordu, diğerlerinin rengârenk çalışmalarını görünce, acele edersem hemen o aşamaya gelebileceğimi düşündüm.
sonra, hiçbir çalışma düzgün olmadığı için hepsini baştan yapmak durumunda kaldım...
daha fazla efor sarf etmem yetmiyor gibi, daha çok vaktim gitmiş oldu.
minyatür hocam yavaşlamam gerektiğini, minyatürde sakinliğin önemli olduğunu vurgulayınca fark ettim ki ben, aslında hiçbir zaman yaptığım çalışmaya odaklanmamıştım.
bir çalışmayı yaparken aklım hep bir sonraki çalışmada kalıyor ve bi an önce o aşamayı geçmek istiyordum. böylece hiçbir çalışmaya kendimi verememiştim.
pek de tuhaf sayılmaz; normalde de hep bir işi yaparken odaklanmadan yaptığımı ve aklımın hep yap(a)madıklarımda kaldığını idrak ettim o an. bu yüzden hiçbir şey tamamlanmamış gibi geliyomuş çünkü tamamlayamadan bir sonrakine geçmeye çalıştığımdan hep bir önceki aşamayı tekrar etmem gerekiyomuş.
yani; aynı kâğıtta silip çizmekten kâğıdı hebâ ediyomuşum.