Leyla'nın Evi adlı eserini okumamla birlikte kalemi ile tanıştığım Zülfü Livaneli'nin, 2011 yılında basılmış olan bu romanı, son yıllarda popüler kültür ile birlikte adından sıkça bahsettirmiştir.
Açıkçası okumayı hep ertelediğim ve mesafeli durduğum, okumamla birlikte de "neden bu kadar erteledim?" diyerek kendime kızdığım bir romandı.
Bazı kadınlar cinsel rollerine ilişkin yetersizliklerini kendilerini mesleki ve entelektüel alanlarda geliştirerek ödünlemeye çalışır ve kendi kadınlıklarına daha da yabancılaşırlar. Böylesi kadınlar, erkeklerle bir tür yarışa girerler. Bu yarış entelektüel güçleriyle erkekleri hadımlaştırma eğilimlerini de içerebilir. Ne var ki, bu yönde başarı kazansalar da bunu duygusal yaşamlarındaki boşluk ve yalnızlıkla öderler. Çünkü, davranışları kadınlık kimliklerini mesleki ve entelektüel boyutlar katarak zenginleştirmeye yönelik olmaktan çok, erkekleri model almayı ve onları aşmayı amaçlar. Ancak bu tür kadınların asıl yarışları birbirleriyledir ve kendi türlerindeki kadınlara nefret edercesinde bir tepki geliştirirler. Erkekler dünyasına girebilmiş tek kadın olmak istediklerinden bu konuda ciddi bir rekabetle karşılaştıklarında saldırgan davranışlar bile gösterebilirler.
Onları indi bizim "yeni cəngavər qadınlarımız"adlandırırlar.Cavan və elə də yaşlı olmayan qadın "ovçu"qəbiləsi yaranıb,əsas məqsədləri varlı kişilərin "ağıllarını başdan çıxarmaqdır".
Bilirsiniz bizi Moskvada necə adlandırırlar?"Yeni cəngavər qadınlar "-daha doğrusu,"yeni cəngavər qadınlar qəbiləsi".Yəqin ki,düz deyirlər.Biz axı hamımız potensial ovçuyuq.