İlk başlarda (Antikçağda) doğanın var olduğunu savunan Heraklitos'a ve hatta ondan da çok Demokritos ve Epikuros'a göre tanrı korkusundan kurtulmak gerekiyordu. Ancak bu sağlanabilirse bilimin özerkliğinden bahsedilebilecekti.
Modern bilimm " hücrede, protoplazma veya daha küçük bir inorganik maddede hayat var mıdır?" Meselesiyle uğraşır. Ancak biz bundan önce " hücreye hayat sıfatını vermek bizim için mümkün müdür?" Sorununu çözmeliyiz.
Fakat evrim Kilise ve bilimsel otoriteler tarafından neredeyse tümüyle kınanıyordu. Ahlaken yoz ve yıkıcı bulunup paylanıyordu. İnsanlar kendilerini hayvan olarak görecek olurlarsa ona göre davranırlardı. Tanrı, soylu rahipler üzerinden iş gören, baş-paternalist: O'nun iyiliği Kilise'si üzerinden topluma akıyordu. Doğa ve kültür kendiliğinden evriliyorlarsa, din adamlari mucizevi bir biçimde yaratılmış türleri O'nun yukarıdan işleyen Gücü'nün emaresi olarak gösteremeyecekse Kilise'nin meşruiyeti baltalanırdı. Burada, nadiren dile getiriliyor olsa bile katı bir mantık vardı. İnsanların doğa ve toplumun hiç yardım almadan evrim geçirdiğini kabul ettiği gün Kilise çöker, toplumun ahlaki dokusu paramparça olur, medeni insan barbarlık günlerine geri dönerdi.