Kişiliğin oluşumunda önemli rol oynayan arketipler, persona, anima ve animus, gölge ve ben'dir. Anima, erkeğin bilinçaltındaki kadın/dişi tasarımıdır. Bir erkeğin duyguları adeta bir kadının duygularına benzer, düşlerde de kendini dişi yaratık biçiminde açığa vurur. Jung, bu düşsel figüre, erkeğin kolektif bilinçaltıyla bağlantısını sağlayan yetersiz işlevin kişileşmesi olduğunu göz önünde tutarak anima demiştir. Mağara, anima simgelerinden birisidir.
Mağara sembolünü, kendilik yurdu, kalbin gizli dünyası olarak düşünmüş olabilir. Mağaraya giren yani bir anlamda kalbin derinliklerine inen kimse bilinçdışına girmiş demektir. Jung'un bu değerlendirmesinden şu sonucu çıkarabiliriz: İnsan öldükten sonra yeniden dirilerek farklı bir hayat yaşamaya başlayarak sonsuzluğa erişecektir. Bununla birlikte insan, henüz ölüp yeni bir hayata başlamadan önce, dünya hayatında da, kalbinin derinliklerinde bu yeniden doğuşun ve sonsuzluğun izlerini bulabilir. Bilinç ötesi, insanın haricinde bir vakıa olduğu gibi, insanın kalbinin derinliklerine de kazınmıştır. Bu düşünceden hareketle, bir mü'min için, bilinçötesi yani gayb âlemi sadece öldükten sonra var olmaz. Mü'min kimse, müşahede âlemini tecrübe ettiği anlarda da bilinçötesinin farkındadır, gaybın etkisi altındadır.