Bu kasaba ölü gibiydi. Bir dedikodu yuvası, bir cadıkazanıydı. Herkes, herkesin en gizlisini biliyor; herkes herkesin en küçük sürçmesini bağışlamıyordu. Her gün binlerce dedikodu yaratılıyordu. Dedikoduya kurban gitmeyen, dedikoduyla yöresini sindirmeye çalışmayan hiç kimse yoktu. Durgun, sıkıntılı kasabada herkes birbirinin gözünü oyuyor, kuyusunu kazıyordu.
Eşkıyalık olayları da olmasa kasabalılar sıkıntıdan patlayacaklar, birbirlerini kasabanın ortasında birikmiş gübreli, kokar göleklerde boğacaklardı. Şu eşkıyalar vurula vurula bitecek diye ödleri kopuyordu. İnanılmaz bir şehvetle konuşuyorlar, durmadan, durmadan konuşuyorlar, dedikodu yapıyor, her gün tepeden tırnağa kasabada kim varsa çekiştiriyorlar, korkuyla, şehvetle birbirlerine eşkıyaları anlatıyorlardı. Kasabanın erkekleri konuşma, dedikodu babında beterdiler ama kadınları da bin beterdiler. Hiç mi hiç ağızları durmuyordu.