"Kırsal toplumda aşk yoktur, cinsellik, mantık vardır; kentselleşmeyle birlikte aşk mitosu doğar, kişilerin ailelerinden kopmalarıyla. Toplumsal hareketlilik, sınıfsal akışkanlık, eğitim ve gelir düzeylerinin yükselmesi, mesleksel farklılaşma, kişilerin tercihlerini özgürleştirir. Sevmenin ve eşleşmenin mantığı ad değiştirir, aşk olur, çünkü artık bireyler ön plandadır. Ve de evlilikler, hani şu aşklar, şu özgür seçimler, çok daha kolay sona erer... "
Geçmişte yazıyı keşfedenler, düşünerek konuşabilenlerdi muhakkak. Yani dilin kapısı önünde bekleyebilenler. Bir müddet, sözü askıya alabilenler. Yalnız sözü de değil,sessizliği de askıya alabilenlerin
kimim ben,
hangi ağacın kuruyan dalıyım ?
neden kemiriyor beni içimde beslediğim kurtlar ?
hangi sofraya düştüm seher vakitlerinde
hangi kör avcının hedefiyim
neden hep dışında kalıyorum çerçevelerin..
Ve neden hep zindana dönüyor
ruhuma dar gelen bu elbise ?
Konuşmaya başlamadan ve yine başlamadan önce susmaya, tam da ikisinin arasında taştan yontulmuş bir başın içinde bir uğultu işitilir. Harfler, kelime olmadan önce bir fikrin iskeletini oluşturlar içimizde.