Profil
... Sanksrit dili öğretirken, bir deyime rastladım ve öylece kalakaldım: ashrayaparavrtti. Anlamı, hayati bir değişiklik yaratan anlık bir kavrayış hâli. Paravrtti takla atmak gibi, ashraya ise bir insanın üzerinde durduğu temel; yani bu deyim o âna kadar hep inandığınız ya da anladığınız her şeyi bir yana bırakıp, bilinmeyene doğru bir adım atmak anlamına geliyor.
Sayfa 11
Reklam
Halk Etimolojisi
halkın bozduğu kimi kelimelere bayılıyorum: hoş-âb'ın (tatlı su) hoşaf, cihaz'ın çeyiz, alâim-i sema'nın eleğimsağma, pâ-bûs'un (ayak öpen) pabuç, çehâr-şenbih'in (dördüncü gün) çarşamba, penc-şenbih'in (beşinci gün) perşembe, fuzûl'ün fodul, kumrî'nin kumru, halîfe'nin kalfa olmasından daha güzel ne var?..
Sayfa 15 - Evrensel Basım YayınKitabı okudu
Ziya Gökalp, konuşma dilinde yaşayan yabancı kelimeleri Türkçe saymak gerektiğini "Türkçeleşmiş Türkçedir" dizesiyle özetlemiştir. Ataç olsun, Melih Cevdet Anday olsun, bu görüşü çürütmeye uğraşıyorlar; ileri sürdükleri karşı görüş de şu: kökünü bilmediğimiz kelimeleri kullanmak doğru değildir. . Ama biraz kurcalamak gerek: birtakım Türkçe kelimelerin köklerini biliyor muyuz acaba? Su, yol, dağ, kır, koş, dur, bat, bin, sar, vb... sözleri nerden çıkmıştır? .. Bunlar kök kelimelerdir. Konuşurken, kök kelimelerin nerden geldiklerini aklımıza bile getirmeyiz. Su içerken nasıl iki hidrojenle bir oksijen içtiğimizi düşünmezsek, su derken de onun aslının ne olduğunu düşünmeyiz. Biz, ancak türetme yoluyla kurulmuş kelimelerin köklerini düşünebiliriz: sulak, yolcu, dağlı, kıraç, koşu, durgun, batak, binek, sarmaşık, vb... . Hemen şunu da söyleyeyim: türetme yoluyla kurulmuş kelimelerden de yalnız köklerini bildiklerimizin nerden geldiklerini düşünürüz, bilmediklerimizi gene düşünmeyiz: saygı'yı düşünürüz de, kaygı'yı düşünmeyiz; yumruk'u düşünürüz, kuyruk'u düşünmeyiz; oyun'u düşünürüz, koyun'u düşünmeyiz; sarık'ı düşünürüz, çarık'ı düşünmeyiz, vb...
Sayfa 14 - Evrensel Basım YayınKitabı okudu
Halkın diline sinmiş yabancı kelimeleri atıp da onların yerine fosilleşmiş Türkçe kelimeleri diriltmeye çalışanlar şu noktayı gözden uzak tutuyorlar: yabancı saydıkları o kelimelerle halk birtakım deyimler kurmuştur. Sözgelişi: Akıl sözünü atıp da yerine us sözünü aldık diyelim. İş bununla biter mi? Akıllı sözünü uslu ile karşılayabilir miyiz? Uslu, başka anlama gelir. İşte akıl'a bağlı bir sıra deyim daha: aklı başında, aklını başına toplamak, aklısıra, aklına esmek, aklına gelmek, aklına şaşayım, aklına turp sıkayım, aklını peynir ekmekle yemek, adamakıllı, vb...
Sayfa 12 - Evrensel Basım YayınKitabı okudu
Bir kez daha, Wittgenstein'ın sözünü ettiği, "dil aracılığıyla zekamızın büyülenmesi"yle karşılaşıyoruz: sözcükler bizi ya yanlış yola sürüklüyor ya da elimizi kolumuzu bağlıyor.
Sayfa 142Kitabı okudu
Reklam
"Bütün gelişmiş diller doğal bir ilerleme sonucunda niteliklerini değiştirmek ve açıklık kazanırken güçlerini yitirmek zorundadırlar; dilbilgisi ve mantığı yetkinleştirmeye ne kadar önem verirsek bu ilerlemeyi de o kadar hızlandırırız, bir dili kısa sürede soğuk ve tekdüze hale getirmek için de o dili konuşan halkların içinde akademiler kurmak tek başına yeter."
Sayfa 35 - T.İ.B. Kültür Yayınları E-KitapKitabı okudu
"Dili saptaması gerekirmiş gibi görünen yazı ise onu kesinlikle değiştiren bir şeydir; dilin sözcüklerini değil, düşünme biçimini değiştirir; anlatımın yerine kesinliği koyar. Duygularımızı konuşarak, düşüncelerimizi de yazarak anlatırız. Yazarken bütün sözcükleri genel kabul gören anlamlarıyla kullanmak zorundayızdır; oysa konuşurken farklı tonlarla anlamları çeşitlendiririz, keyfimize göre belirleriz; açık olmak için kendimizi sıkmadan güce önem veririz, ve yazılan bir dilin, sadece konuşulan bir dilin canlılığını uzun süre koruyabilmesi olanaksızdır... Her şeyi yazıyormuş gibi söyleyerek, aslında konuşurken okumaktan başka bir şey yapmıyoruz."
Sayfa 32 - T.İ.B. Kültür Yayınları E-KitapKitabı okudu
t.me/TurklukBilimi Osmanlı Devleti'nin sınırlarını genişletip bir kağanlık durumuna geçişiyle birlikte, saray ile aydınlar çevresinde, Arap ile Fars ekinci yeniden değer kazanma yolunu tutmuştur. Bu durumun doğal bir sonucu olarak Türkçeye, Arapça ile Farsça sözler yalnız yalın biçimleri ile değil; tümleme [tamlama], çokluk, niteç [sıfat] ile belirteç biçimleri gibi dil bilgisi kuralları ile de akın etmeye başlamıştır. Bu ëtki ile akımın yettikçe artması sonunda, Türkçe bir yandan söz varlığı öte yandan da dil bilgi yapısı açısından Arap ile Fars dillerinin ağır baskısı ile boyunduruğu altına girmiş; böylece Osmanlı Türkçesi Arapça, Farsça ile Türkçenin karışmasından oluşmuş, üçlü, karışık ile yapay bir dil durumuna düşmüştür. Arap ile Fars dillerinin bu ağır baskısı, Türkçenin iç yapısını baskılayarak [zorlayarak] onu, kendi kendini besleyip geliştirme olanaklarından yoksun bıraktığı için; kısırlaşmasına yol açmıştır. Üstelik konuşma dili ile yazı dili, aydınların dili ile halkın dili arasında da bir uçurum oluşmuştur. Dilin bu duruma gelişinde en büyük etken, kuşkusuz devletin ana dili temelinde bir dil politikasının bulunmamasıdır. ✍Alıntı: Zeynep Korkmaz - Cumhuriyet Döneminde Dil Anlayışı @Turklukbilimi
1.500 öğeden 1.216 ile 1.230 arasındakiler gösteriliyor.