'Eğer bana, dindar insanların inandığı anlamda, bir Yargı Gününe inanıp-inanmadığımı sorarsanız, buna cevap olarak ben, "Hayır, böyle bir şeyin olacağına inanmıyonum" demem. Böyle bir şeyi söylemek, bana, son derece delice bir yakiaşım gibi görünüyor.'
'Sonra, ben şu açıklamayı yaparım: "Ben, (.......)'ya inanmıyorum"; fakat bu durumda, dindar kişi, benim tarif ve tasvir ettiğim şeye asla inanmaz.'
'Söyleyemem. Benim o kişi ile çelişki içine girmem mümkün değildir.'
Kelimeler, satrançtaki taşlar gibidirler ve "bir taşın anlamı, onun oyun içindeki rolünden ibarettir. Bu 'dil-oyunu' kavramının, bir futbol maçı izlerken ânîden Wittgenstein'ın zihnine geldiği ve onun, oyuncuların top ile yapmakta oldukları şeyin bizim kelimeler ile yaptığımız şey ile aynı olduğunun bu şekilde farkına vardığı söylenir. Biz, belli bütünler ya da aktiviteler içinde, kelimeleri ileri götürür geri getiririz; bu bütünlerin veya aktivitelerin her birinin kendine özgü 'kuralları' ve yine kendine özgü ´anlamı' vardır, tıpkı satranç ve futbol oyunlarında olduğu gibi.
'Herhangi bir tasvir ya da resmin, hangi formda olursa olsun fark etmez, gerçekliği, doğru veya yanlış herhangi bir şekilde tasvir edebilmesi için onunla ortak olarak sahip olması gereken şey, "mantıksal form''dur, yani, "gerçekliğin formu".
Wittgenstein bunu şu şekilde ifade eder: 'Sadece gerçekler ya da olgular (facts) bir anlam ifade ederler; bir isimler kümesi ya da yığını herhangi bir anlam ifade edemez.
Wittgenstein, Tractatus' ta, Tasvir Anlam Teorisi (Picture Theory of Meaning)' diye bilinen teoriyi geliştirdi. Onun buradaki temel düşüncesi şu idi: Dilin anlamı, işaret ettiği şey, ya da kısaca 'işaret edilen'dir: Bir kelime ile bir nesne kastedilir. Kastedilen nesne onun anlamıdır.