"Said yoktur, Said'in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan, yalnız hakikattir, imanî hakikatlerdir.
"Mademki hakikatin nuru imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor, bir Said değil, bin Said feda olsun!
Hem kırk sene evvel İstanbul'da Kâğıthane şenliğinin yevm-i mahsusunda, Köprüden tâ Kâğıthane'ye kadar Haliç'in iki tarafında binler açık-saçık Rum ve Ermeni ve İstanbul'lu karı ve kızlar dizildikleri sırada, ben ve merhum meb'us Molla Seyyid Taha ve meb'us Hacı İlyas ile beraber kayığa bindik, o kadınların yanlarından geçiyorduk. Benim hiç haberim yoktu. Halbuki Molla Taha ve Hacı İlyas beni tecrübeye karar verdikleri ve nöbetle beni tarassud ettiklerini bir saat seyahat sonunda itiraf edip dediler: "Senin bu haline hayret ettik, hiç bakmadın." Dedim: Lüzumsuz, geçici, günahlı zevklerin âkıbeti elemler, teessüfler olmasından istemiyorum."
(Tarihçe-i Hayat'tan)