Ölüm zihinde yankılanır. Yas tutanlar için hiçbir ölüm yalnızlık içinde gerçekleşmez. Bilinçli olsun ya da olmasın, her biri, daha önceki kaybın anılarıyla ve kayıpla birlikte ge- len terk edilmişliğin verdiği fiziksel acıyla yankılanır. Bu öylesine şiddetli bir darbeydi ki, aşkla sevdiği eşi ve en güvendiği hâmîsinin, ikisinin birden ölümü herkes için mahvedici olabilirdi fakat babası o doğmadan önce ölmüş ve annesini de ölmeden yalnızca bir sene önce tanıyabilmiş bir insan için bu fazlasıyla ağırdı. Özellikle de bu andan itibaren, artık çok daha incinebilir bir durumda kalmıştı.
Dine rahat vermeyen senin düşmanındır. Düşmanla muharebe etmek size zor geliyor, halbuki o sizin için hayırlıdır. Çünkü muharebede şehit olmak var, gazi olmak var. Bu ayetler hep bize okunuyor. Bunları duyup kabul etmemiz lazımdır.
-Mahmud Ustaosmanoğlu (k.s) / Efendi Hazretlerimizin Sohbetleri 4
Gönlünü Yunan hikmetiyle aydınlatmışsan, Hz. Ömer gibi o gönlü ateşe verebilir misin? Dinin mumu olan Ömer, Yunan hikmetine dair kitapları yakınca, gönül mumu artık o hikmetle aydınlanamaz.
Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebligatı o daireden yapılıyor. Çünki izzet ve azamet perdeyi iktiza eder; tevhid ve celal dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.
Bir kısım sûfiler sözlerle, kılık kıyafetle ve dış şekille gurura kapılmışlardır. Giyim kuşam biçimleriyle, konuşmaları, edepleri, âdetleri, istilahları; semâ ve raksta ortaya çıkan halleri, taharet, namaz, başlarını öne eğerek seccade üzerinde oturmaları, derinden nefes alarak düşünceli gibi başlarını göğüslerine yaklaştırmaları, alçak sesle konuşmaları ile bağırışlarıyla vs. sâdık sûfilere benzerler. Böyle davranmanın kendilerini kurtaracağını zannediyor, nefislerini mücâhede, riyazet, kalb murakabesi ve dış ve içlerini görünen-görünmeyen günahlardan arındırmaya tâbi tutmuyorlar; halbuki bütün bunlar tasavvufun kâidelerindendir.
Sonra onlar harama, şüpheli şeylere ve yöneticilerin mallarına hücum ediyorlar. Ekmek, para, meyve... için yarışıyorlar; zerre kadar değeri olmayan şeyler için birbirlerine hased ediyorlar; arzuladıkları bir şeye karşı çıkılınca birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine saldırıyorlar.
Bunların aldanmaları açıktır; kahramanların, savaşçıların ve cesaret sahiplerinin isimlerinin kitaplara geçtiğini duyunca, savaşçı kıyafetine bürünüp sultana vararak kendisini takdim eden yaşlı bir kadın gibidirler: Durumu anlaşılınca ona: 'Sultanla alay etmekten utanmıyor musun? Onu filin yanına atın!' denilerek filin yanına atılır ve fil de onu öldürünceye dek ayağının altında çiğner.