Uygar toplum putçuluğuyla kabilelerin totem ve benzeri simgelere dayalı inanç sistemini birbirinden ayırmak gerekir. Uygar toplumun panteonunda bir araya getirilen tanrılar, dönemin yönetici figürlerinin kopyaları gibidir. Zaten hepsi insan şeklindedir. Daha da ötesi, yönetici insanların ta kendileridir. Peygamberlerin bu figürlere saldırmalarıyla yöneticilere saldırmaları özde aynıdır. Anti-putperestlik anti-devletçiliktir; kurumsallaşan toplumu sembolize eden tüm kavramlar ve simgelerine muhalifliktir, direniştir. Rahiplerle siyasi krallıklar arasındaki kavga daha farklı niteliktedir. Rahipler inşa ettikleri toplumdan pay talep etmektedirler. Mücadeleleri üst tabaka arasında geçer. Devlet içi bir mücadeledir. İdeolojik kültürün yaratıcıları oldukları için, rahipler dolaylı da olsa peygamberleri etkilerler. Rahip esas olarak devletin din adamıdır. Sivil toplum onu pek ilgilendirmez. Peygamberlik tersi ilişkiyi anlatır. Peygamber devlet dışındaki toplumun sözcüsüdür.
En kısa zamanda okuyarak, üzerine bir yazı kaleme almayı düşünüyorum. Dinler tarihi açısından kalıplaşmış algıların ve belirli basmakalıp cümlelerin dışında değerli tespitler içerdiğini düşünüyorum. Bu meyanda -kitabı okuyup değerlendirdikten sonra alıntılarla beraber (tarihsel paradigmaya da bağlı kalarak) kendi düşüncelerimi de aktaracağım.
—
Cennetin Dilleri
Cennet neredeydi? Acaba Tanrı, Aden’i yani Cennet Bahçesi’ni
dünyanın hangi kutsanmış bölgesine yerleştirmişti ve Adem’le Havva
orada kaldıkları süre zarfında acaba hangi dili konuşuyorlardı? İnsanlık tarihinin şafağındaki bu ilk çift, Aziz Augustinus’un çok doğal
olarak düşündüğü gibi, İbranice mi konuşurlardı, yoksa Leibniz’in
öne sürdüğü gibi, daha da ilkel bir dil, bilginlerin gözünde insanlığa
özgü konuşmanın ilk biçimini oluşturacak olan ve Hint-Avrupalı diye
adlandırılan halkların çeşitli lehçelerinin yayılmış olabileceği bir İskit
kıtasının dilini mi aramak gerekir? Böylece, Cennetin Dili, Tanrı’nın,
sözü ya da aynı zamanda, kelâmının gücüyle, hiçten çekip çıkardığı
parçalardan yarattığı doğanın ve dünyanın da sözü olan, saf haldeki
Söz’de insan konuşmasının köksaldığı bir demir atma yeri, dil yetisinin
ilk hali olmaktadır.
İbrahim rüyasında oğlunun kurban edilmesi gerektiğini Tanrı için görmüştü ve sanah kalktığında bunu oğluna söylemiş o da bunu yapması için babasını cesaretlendirmiştir… Tanrı İsmail’i kurtarmak için son anda araya girmiş ve bir koçu göndermiş boynuzlarının ise yakındaki sık bir çalıya takılmasını sağlamıştı.. İbrahim mesajı alıp Tanrı’ya istediği sunağı vermişti..
Bu koçun aniden ortaya çıkışının resmi Kilise Okulu yorumu;
Tanrı’nın insanları kurban etmeyi durdurtup onların yerine hayvanları kurban edin deme yolu olduğudur…