Eğer bizden beklenenler hakkında özgürce tartışamadığımız bir ortamdaysak, orada bir yanlış vardır. Bir masada, oradaki herkesle eşit şekilde “Ben şu konuda bana yanlış davrandığınızı düşünüyorum,” diyemiyor, başkalarıyla onların bize davranış şekilleri hakkında konuşamıyorsak, hatta bu davranış biçimlerini sorgulamamıza izin verilmiyorsa, orada istismar vardır.
Bir seyin yitip gitmesine izin vermezseniz asla doğum gerçekleşmez, bir açıdan bakıldığında , filiz tohumun ölümüdür. Bir
tohum çatlar, deforme olur, kendisi olmaktan çıkar, yani ölür ve filiz
çıkar ortaya. O dönemde insanları böyle değerlendirmeye başladım.
Tohum gibi, içinde bir ağacın potansiyelini barındıranlar ama asla çatlama cesaretini gösteremeyip filizlenemeyenler, çatlayıp filiz gibi yeserenler ama fidan olamayıp kuruyanlar, fidan gibi büyüyenler ama meyve veremeyenler, meyve verip ağaç olanlar ama meyvesinde tohum olmayanlar ve süper insan, yani tohumluktan meyve veren bir ağacın yeni meyvesindeki tohum olabilmeye kadar gidebilenler. İnsanın yüceligi ve âcizligi arasindaki ince çizgiyi gördüm.
Bize güç veren sey aynı zamanda en büyük âcizligimiz de olabilir. Ne
oldugumuzu ve ne olabilecegimizi ancak kendimizle yüzleşebilirsek anlayabiliriz. Sahip olabilmek adına, sahip olduklarımıza tırnaklarımızı korkuyla geçirdigimizde, ne çatlayıp filize dönüşebiliriz ne de
çürüyüp içimizeki tohumları toprağa bırakabiliriz. Sahip olmak
için doğmadık biz! Büyümek, gelismek, dönüşmek için burdayız.
Burada fikirlerini ilan edenler de her zaman ve her durumda aynı şeyleri düşünmüyorlardı belki de. Doğru umutlarınız, doğru arzularınız yok diye azarlıyorlar ama biz doğru idealler peşinde koşmaya başlarsak bu kişiler sonuna kadar bize sahip çıkıp, rehberlik edecekler mi ki?