Hayatta bazı anlar vardır, olmayacağını bile bile şansınızı denediklerinizden. Bir de tesadüf gibi görünen mecburiyetler vardır. Derler ki; bir gün beklentisiz, koşulsuz sevebilen bir aşık olursan karşındaki bilmese de o zaten senindir.
Kör bir adama önce yardım edip sonra arabasını çalmak ile şımarık bir ihtiyarla ilgilenirken, lafı ağzının içinde geveleyip onun mirasına göz dikmek arasında çok da büyük bir fark yoktur.
İçimde müthiş bir hafiflik, bir genişlik duyuyorum. Belki de hakikaten sevmek budur. Belki de ben şimdiye kadar sahiden sevmenin ne olduğunu bilmiyordum. Acaba kendimi kapıp koyuversem mi?..
Ama ölüm de hayata dair. Ölüm hayatın tanımlanmasına yardımcı olur. Burada geçirdiğimiz zamanın ,o zamanı
birlikte geçirdiğimiz insanların değerini artırır. Şarkının sonundaki sessizlik de şarkının kendisi kadar önemlidir.
Ne kadar uygularsın bilmem ama sevginle güzelleşmeyen ve sana iyi gelmeyen insanlardan gitmen, seni kötü biri yapmaz. Bu iyilik yaptığın anlamına gelir, onlara da kendine de.
Tolstoy'a altmış yedi yaşında bisiklet sürmeyi öğreten, Kemal Sunal'a elli bir yaşında diploma aldıran hayatta, sahi sen bir şeylere geç mi kaldın? Bir daha düşün.
Zamanında söndürülmemiş bir kıvılcım, üzerine gidilmemiş bir kötülük ve sınırları net çizilmemiş sorumluluklar sonrasında önüne geçilemez büyük sorunlar olarak karşımıza çıkar.
Karısı içeri giriyordu, sinirliydi, altüst olmuştu. Seni korumasına alan o aziz, o iyi yürekli kişi arabamızı alıp gitmiş. Olamaz, arabayı görememişsindir. Neden göremeyecekmişim, gözlerim iyi görüyor benim, bu son sözler ağzından istemeden çıktı.