Sinirlerimi ciddi anlamda bozan, ‘bi dk. n’oluyor ya’ dediğim incelememi yazmak için, bir kaç gün dinlenip iç dinliğine ulaşmak istediğim bir kitapla baş başayım yine. Kitap çok iyiydi, yazarın kalemi, beyni tartışmasız hayranı olduğum kalitede yansımıştı romana. Mutlu hayran kategorisinde kitabı okuyup bitirdim ve diğer bütün okuduğum kitaplarda
Elif Safak'ın daha önce okudugum eserleri ile birlikte değerlebdirdigimde en az ilgimi ceken kitabi oldu.
Biraz Osmanli biraz Venedik biraz Yahudiler biraz İspanya yani tarih kitabi yazmak isteyenlerin kullandigi meshur tarihi mitler.
Bu tarz cok kitap okudugumdan biraz da olay örgüsunün takibi zor oldugundan sevemedim kitabi.
Bu
Kitabın olay örgüsünü çok beğenmedim. Macera değil polisiye değil ne olduğunu ben de anlayamadım. İlk başları çok güzeldi ama sonra sonunu çok mantıksız anlamsız geldi.
Karşılıklı sohbet tadında, güldürürken çooookkk çoookkk düşündüren, evlatlarımı yetiştirirken özellikle üzerinde durmaya çalıştığım ve çevremde bu hassasiyette insanlar ile ilişki içerisinde olduğum konular üzerinde ısrarla ama sıkmadan ama yormadan ama sorgulayarak ama yargılayarak durmuş, üzerine bastıra bastıra ''bir işe yarayın'' mesajı vermiş yazar. İyi de yapmış, iyi ki yazmış. Çok beğendim.
Sadece sık sık isim vermeden bazı politikacılara atıfta bulunmuş bunu gereksiz buldum. Çünkü ilgim ve bilgim olmadığı için bu kısımları gerçekten anlamadım. Bu kısımlarda sıkıldım. Özeleştiri yapmak için güzel bir kitap.
Kitap, güçlü bir hayal gücü ile yaratılmış paralel dünyaları ve bu dünyalardan birinde yaşayan 12 yaşındaki Lyra'nın hikayesini anlatıyor. Ancak bundan ibaret değil. Çocuklara / gençlere hitaben yazılmış bir fantastik roman deyip geçemeyeceğim çünkü dünya tarihine onlarca atıf var. Yetişkin olarak kitaptan inanılmaz zevk aldım, bu tarihi göndermeler nedeniyle... Kilisenin toplumun kalanı üzerindeki gücü, kadınların sistemden dışlanması, en altta sayılanların aslında gerçeği en yalın haliyle görebilenler olması...
Kısacası hayal gücü bu toplumsal gerçeklerle beslendiğinde ortaya çok zengin metinlerin çıktığını düşünüyorum. Belki de bu nedenle bazı kitaplar farklı yaş grubundan insanlara hitap edebiliyor.
Son olarak tercüme için de birkaç şey söylemek istiyorum. Sevin Okyay çok ama çok iyi bir tercüman. Tercüme ettiği metinleri yalnızca dilimize kazandırmakla kalmıyor, onları adeta yeniden yaratıyor. Bu da okumanın zevkini artırıyor. Sizce de öyle değil mi?
Dünya edebiyatının temel sütunları doğal destanlardır. Nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar gelen bu destanlar; insanların korkularını, sevinçlerini, inançlarını, mücadelelerini kısacası insanı, insanla ve aklın sınırlarını zorlayarak müthiş bir hayal gücüyle süslenmiş doğa üstü güçlerle anlatırlar. Bu yönüyle güçlü şiirlerin, olay temelli metinlerin beslendiği gür bir kaynak olmuşlardır.
İlyada, Odysseia, Gılgamış gibi destanlarla adı geçen Ramayana ve Mahabharata Hint hayal gücünün ve panteonunun canlı bir örneğidir. İmge Kitabevi'nden çıkan Hint Destanları kitabı bu iki güçlü destanın indeksini vermektedir. Destanlarda geçen olaylar ve kahramanlar kısaca anlatılmıştır. Ancak destanlara ait dizelere yer verilmemiştir. Sadece gerekli görülen yerlerde birkaç dize örneği verilmiş ve bu durum kitabın hazırlanış amacı göz önüne alındığında makuldür. Kitabın önsözünde belirtildiği gibi bu kitap destanların bire bir verildiği bir eser değil okuyucuda destanlar hakkında izlenim oluşturmak için hazırlanmış bir çalışmadır. Meraklı okuyucu için kapı aralayıcı denilebilir. İyi okumalar dilerim.
Hint DestanlarıMoritz Winternitz · İmge Kitabevi · 201642 okunma
Yapıtın, Türk klasikleri içinde görüldüğü şüphesiz. Kitabı okuduğunuzda önce monoton bir havanın yerini Raif Efendi'nin gizemli defterini okumaya başladığınızda sürükleyici bir maceraya gidiyorsunuz. İlk başta çok basit bir karakter gibi gösterilen Raif Efendi'nin neler neler yaşadığını bambaşka bir gizemli karakter olduğunu görmüş oldum.
Kitap
"Ben tanrının, devletin başına sardığı bir atsineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, uyarıyor, azarlıyorum; peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir kimseyi kolay kolay bulamayacaksınız. Onun için, size, kendinizi benden yoksun bırakmamanızı öneririm. Belki de, ansızın uykusundan uyandırılan biri gibi, canınız sıkılarak, Anytos'un öğüdüne uyar, beni kolayca vurup öldürebileceğinizi sanır ve tanrı size acıyıp başka bir atsineği gönderinceye kadar, yaşamınızın geri kalanında gene uykuya dalarsınız."
-Kölelikten kurtulma gününde tüm modern kölelere gelsin.-
"İş sözcüğü bugünkü toplumda insan bilincini toptan çarpıtmanın kusursuz bir örneğidir." Bu cümle aslında kitabın özeti ve özgürlük meselesinin altın vuruşunun ancak işin ortadan kaldırılması olacağını ısrarla ve ciddi yargılarla savunan Lafargue, bana epeydir zihnimde oturtmaya çalıştığım emek, iş, sömürü meselesinde cesaret verdi, önerme verdi. Ki Ali Şeriati de Dine Karşı Din eserinde yanılmıyorsam, mevcut din adamlarının görevlerinin, kapitalizmin gereklerini halk nezdinde din adına meşru kılmak olduğunu saptıyordu. Ki Lafargue oldukça net ve kendinden emin bir tespit ile bu saatli mesai ve maaş düzeninin insan doğasıyla tamamen tezat teşkil ettiğini ve esas mutsuzluğumuza bunun sebep olduğunu söylerken tembelliği bir hımbıllık olarak değil isteği ve ihtiyacı kabilinde çalışıp adına oyunsal devrim dediği daha estetik daha düşünsel üretimlerden bahsediyor. Anladığım şu ki, iş; sermaye sahipleri siyasiler din adamları tarafından öyle övüldü ki, makinelerin mesai saatimizi azaltması gerekirken neden bunun bir türlü olmadığı aslında arkasındaki egemen akıl ile anlaşılabilir. Haftasonu izinleri bize sermaye tarafından kendimize vakit ayıralım diye değil, kazandığımızı harcayalım ve iş günü zinde başlayalım diye verilir. Bu yüzden Lafargue işçi hakları vs. gibi tüm önermelere sürrealist bir tavırla her siyasi düşüne ciddi eleştiri yaparak, işi ortadan kaldırmayı savunarak karşı çıkıyor.