Sessiz bir şekilde içeri girdi, bitkin durumdaydı. Çaresizliği ve pişmanlığı, üzüntüden dökülen gözyaşlarının kurumuş olduğu yüzünün her bir kırışıklığından belli oluyordu. Kıyafetlerine sıçramış olan kan donmuş, ama ellerinde ki kan, yavaş yavaş damlayarak yere düşüyordu. Öyle bir kasvet vardı ki, kimse ses çıkarmaya yeltenmiyordu bile ve kan damlaları sanki tüm odanın sessizliğini bozmaya ant içmiş gibi, yere düştüğünde, dört bir yandan yankılanarak, orada bulunanların kulaklarına doluyordu. Bedeni kaskatı kesilmişti, yüzünü yerden ayıramıyordu. Kimse o an aklından ne geçirdiğini tahmin edemiyordu. Ama herkesin bildiği bir şey varsa o da yaptığı şeye mecburdu. Üzerinde ki kan yüzünden, oyması ve çeliği gözükmeyen, kılıcına dayanarak ayakta zar zor duruyordu. Hayatı boyunca barışı savunmuştu, şimdi ise kader onu kana bulaşmış bir şekilde öylece ortada bırakmıştı. An ve an yaşama isteği zihninden parça parça sökülüyordu. Denedi, son bir kez daha kılıcını kaldırıp kendi içinde bu sefalete son vermeyi. Ama yapamazdı. Yaşamak zorundaydı, tüm bu acıyla. Tarih onun bu yaptığının sebebini asla sormayacaktı. İnsanlar bunun için ödediği bedeli umursamayacaktı. O kardeşkatili olarak bilinecekti, sonsuza dek, insanlar onu değil ellerine bulaşmış kanı görecekti.
Landrack, Kardeşkatili(Kral Viselius'un Anısı) - Burhan Erdemir