f

Felsefe/İnanç

2 üye
Takip
Her asırda insanlar, varlık ve olaylara bakarak evreni yaratan ve yöneten üstün bir kudretin mevcudiyetini kavramaya ve kanıtlamaya çalışmışlardır. Bu amaçla başvurulan delillerden biri de varlık ve olayların bir yokluğun ardından yaratıldığı öncülüne dayanarak bu durumda bir var edicinin (muhdis) ve yaratıcının bulunmasının aklî bir zorunluluk olduğu şeklindeki istidlâldir; kelâm ilminde bu şekildeki kozmolojik delile hudûs denilmiştir (Makdisî, I, 135). Felsefî risâlelerinde hudûs delilini “nihayetsizliğin imkânsızlığı” ilkesine dayandırarak kullanan Kindî, fiilen mevcut bulunan hiçbir cismin nihayetsiz olamayacağını söyler. Çünkü bu cisimden bir parça koparıldığında parça ile cismin kütlesi arasında hacim farklılığı, dolayısıyla sınırlılık kaçınılmaz olur. Sınırlı ve sonlu olan bir şeyin ezelîliği mümkün olmadığına ve tabiat da sınırlı cisimlerden oluştuğuna göre âlem ezelî değil muhdestir (Resâʾil, s. 186-192, 194-198; Topaloğlu, s. 50-53). Kindî, bilfiil mevcut bulunan cismin nihayetsiz olamayacağı neticesine bağlı olarak onun taşıdığı nicelik, mekân, hareket ve zaman özelliklerinin de sonsuz olamayacağını ispata çalışır (Resâʾil, s. 121 vd., 201-207).
Ateizm Ekolu ve Felsefe
İşte eski Yunanlılar zamanında Allah tanımazlığı (ateizm) felsefi bir ekol haline getirmek için olanca gücünü ortaya koyan feylesof Demokritos olmuştur. Onun düşünce biçimi şöyle özetlenebilir: "Madde varoluşunun bir başlangıcı yoktur (kadimdir). O bölünmez birtakım parçacıklardan meydana gelmiştir. Bu parçacıklar ya da atomlar sonsuz bir boşlukta durmadan dönmektedirler. Bu parçacıklar bir araya gelince cisimler meydana gelir, birbirlerinden ayrılınca da cisimler yokolur. Bu durum başlangıcı belirsiz bir zamandan beri böyle devam edegeldiği gibi hiç bir amaç ve hiç bir hedef sözkonusu olmaksızın, sonsuza kadar, hep böyle devam edip gidecektir. Bu otomatik (kendiliğinden işleyen) bir süreçtir." Bu düşünce, eski olmakla birlikte, modern çağlarda Allah tanımazlığı benimseyen her ilim ve felsefe adamı tarafından da kullanılan ifade tarzı farklı olsa bile, aynen paylaşılan bir düşünce tarzıdır. Bu zihniyet, klasik materyalistlerin (maddecilerin) düşünce şekli olduğu gibi modern materyalistlerin de düşünce biçimidir. Bu arada atomun parçalanması olayı, bu düşünce tarzının özünde, kullanılan ifade biçimi dışında, hiç bir değişiklik meydana getirmiş değildir. Eski felsefeciler bu doktrini, tıpkı modern düşünürler gibi hiç bir zorluk çekmeden güçlü bir şekilde reddetmişlerdir. Onlar doktrinin çürüklüğünü o kadar ince ve köklü delillerle ispat ederek reddettiler ki bu delilleri iyice inceleyenler, onlara daha fazla bir şey katmayı başaramazlar.
Reklam
Sokrates ve Yaratıcı İnancı
Sokrat (Socrates) eski Yunan felsefesinin en ünlü düşünürlerinden biri ve 'Ahlâk Felsefesi'nin kurucusudur. Yüzyıllar boyunca çağımıza kadar bilinen tüm ahlâk felsefeleri Sokrat'dan sonra öğrencileri tarafından geliştirilmiş olan ahlâk doktrinlerine dayanır. Milâddan önce beşinci yüzyılda yaşadı. Tüm ömrünü gerçeği bulma ve savunma
Oysa her şeyin akıbetini görebilenler, böyle bir görüşün (sadece maddenin varlığına inanan görüşün) her dönemde, sadece gerçekleri inkâr etmeye ve aklın dayanaklarını yıkmaya vardırdığını kesinlikle anlarlar. Nasıl öyle olmasın ki -sadece duyu organlarının algıladığı nesneler vardır, başka hiç bir şey yoktur- diyenler, varoluş realitesi hakkında nasıl hüküm verebilirler?" Prof. Santiliana
Aklın Özünün İlkelliği
Genel olarak tüm semavî dinler, bilginin kaynağı konusunda ne tekamül teorisini ve ne de çevrecilik teorisini onaylamazlar. Bu teoriler, insan aklının tarih boyunca muhtelif safhalardan geçtiğinin ve aklın seviyeli bilgiye karşı merak duymasının oldukça yeni bir gelişme olduğunu, yani olgunlaşıp gelişince ortaya çıktığını ileri sürerler. Gerçekte, aklın çeşitli safhaları olduğunu, arka arkaya gelen bu safhaları onun gelişme derecesini belirttiğini gösteren tek bir delil bile yoktur. Tersine, bu konudaki bütün deliller, sahip olduğu kazanılmış bilgi yükü bakımından değil, fakat özü itibarı ile akıl, en başta ne ise yine o olduğunu gösterir. Yani, ilkel kabul edilsin veya uygar sayılsın, ilkinden günümüzdeki sonuncusuna kadar bütün insanların aklı, özü bakımından aynıdır. Meselâ Afrika'nın ilkel kavimleri arasından bir çocuk alıp Avrupa'nın en uygar yörelerinden birine getirip yerleştirelim; bu çocuk büyüyünce bir Avrupalı gibi olur. Yine bunun gibi en uygar Avrupa toplumlarından birinde doğmuş olan bir çocuğu doğar doğmaz alıp Afrika'nın ilkel kavimleri arasına götürelim, bu çocuk da büyüyünce çevresindeki Afrikalılar gibi ilkel olacaktır. Şu halde insan aklı, özü bakımından, ilk insanda ne idiyse günümüz insanında da odur. Değişen, kazanılmış bilgi yüküdür. Uygar insanı ilkel insandan ve yirminci yüzyıl insanını miladdan önceki insandan ayıran, farklı yapan, sadece bu bilgi yüküdür. Dr. Abdülhalim Mahmud
Dini Akıl ile Sınırlandırmak
Dini akla göre değerlendirmeye kalkışan akım, nasıl olursa olsun, nerede ve hangi dönemde ortaya çıkarsa çıksın, şuurlu bir itaatkârlıkla Allah'a secde etmiş değildir. Onun secde mercii akıldır. Böyle olduğu için de neredeyse sayılması imkânsız çeşitli firka ve mezheplere ayrılmıştır. Çünkü akıl ürünü bilgilerin temelini meydana getiren tasarlama (tasavvur) faaliyeti, algıya dayanır. Tasarlama faaliyetini maddi nesnelerin algılarından soyutladığınız takdirde bu faaliyeti, geride hiç bir iz kalmayacak biçimde yok etmiş olursunuz. Bu yüzdendir ki şairler ne ölçüde hayallere gömülürlerse, ne kadar aşırı ölçüde vehimlere saplanırlarsa, buluşları ve orijinal biçimlendirmeleri o derece gerçeğe uzak düşer. Aslında yeni buluş, nesnelerin duyumları arasında meydana getirilmiş yeni bir sentezden başka bir şey değildir. Ayrıca algı yolu ile kazanılmış realite temeline dayanma bakımından eşsiz bir dahinin zihni ile sıradan bir cahilin zihni arasında temelli bir fark yoktur. Dr. Abdülhalim Mahmud
Reklam