Tarihsel yaşantıyı ya tarihçiye göründüğü gibi içeriden düşünmememiz gerekir ya da filozofa göründüğü gibi dışarıdan; ama açıktır ki, bizim soruşturmamız felsefi bir soruşturmadır, dolayısıyla tarihçinin bakış açısını olduğu gibi reddetmeliyiz.
Tarihsel süreçler, deyim yerindeyse, zaman cetveline yayılmış mantıksal geçmişlerdir. Tarih bir çeşit mantıktan başka bir şey değildir; Bundan ötürü, tarihte olup biten gelişmeler hiçbir zaman rastlantısal değildir, zorunludur.
Arnold J. Toynbee tarihi salt bir gösteri, tarihçinin gözleyip kaydettiği olgulardan oluşan bir şey, dışarıdan onun bakışına sunulmuş görüngüler sayar, içine girmesi ve kendi malı haline getirmesi gereken yaşantılar değil.
Tarih ile bilimin her biri kendine özgü bir yöntemi olan iki farklı şey olduğunu ileri sürüyordu. Bilimin amacının genel yasaları dile getirmek olduğunu açıklıyordu: Tarihinki ise tek tek olguların betimlenmesiydi.
Romantikler tarihin Orta Çağ gibi geçmiş bir aşamasının değerini iki biçimde tasarlıyorlardı: Kısmen kendi içinde kalıcı değeri olan bir şey, insan aklının biricik bir yapıp etmesi olarak, kısmen de daha büyük değeri olan şeylere götüren bir gelişme akışı içinde yerini alan bir şey olarak.
Böylece Romantikler geçmişe insancıların Yunan-Roma Eski Çağı'na duyduklarına benzer bir hayranlık ve yakınlıkla bakma eğilimindeydiler; ama benzerliğe karşın, fark çok büyüktü.
Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren imparatorluğun dört bir tarafında ve özellikle gerçek anlamda sapkınlıkların ortaya çıktığı Doğuda süregelen sayısız Kristolojik tartışma temelinde, Oğul’un Baba ile aynı doğaya sahip olduğunu ilan eden İznik Konsili’nden (325), İsa’yı ilahi ve insani olmak üzere “iki doğaya sahip, ama tek” olarak tanımlayan Kalkedon Konsili’ne (451) kadar, dini doktrini tanımlama sürecinde yer alan ekümenik konsil dizileri de ibadet yapılarında resmedilir. Nitekim Beytüllahim’deki Nativita di Cristo [İsa’nın Doğuşu] Kilisesi’nin (680-724) güney duvarında altı konsil tasvir edilmiştir. İsa’nın doğası konusundaki temel dogmayı çağrıştıran bu tercih, İsa’nın doğduğu yerde inşa edilen bir kilisede bu tercihe yönelik bir açıklama gerektirmez. Kilise modellerini örnek alan boyalı mimari unsurlar, Müslüman mekânlarda ve özellikle Kudüs’teki Kubbet-üs Sahra (691) ile Şam’daki Ulu Cami’de (705-711) yaygın olarak kullanılan, stilize edilmiş çiçek ve yapraklarla bezenmiş, üst üste dizilmiş vazolardan muhteşem bitki süslemeleriyle bir arada yer alır. VII. yüzyılda imparatorluk sarayında, VIII. yüzyılda da Kutsal Saray’a bağlı küçük Milion binasında görüldüğü üzere, konsil resim dizilerinde genelde imparatorun başkanlık ettiği piskopos toplantıları tasvir edilir.
Tarihsel süreç, pozitivistler için, türü bakımından doğal süreçle özdeşti ve doğa biliminin yöntemlerinin tarihin yorumlanmasına uygulanabilir oluşunun nedeni buydu.