...tarihin meşru ve geçerli bir bilgi tipi olduğunun, gerçekleştirebileceğinden daha fazlasını vaat etmediği için değil, kuşkulu metafizik sayımlara bağlı olmadığı için birçok başkasından aslında daha meşru olduğunun tanıtlanması olduğunu söyleyebilirdi.
Bütün rivayetler doğrudur ama hiçbiri söylediği şeyi söylemek istemez; söylemek istediklerini keşfetmek için onları ne çeşit insanların icat ettiğini ve o çeşit insanların o çeşit şeyi söylemekle ne söylemek istemiş olacaklarını bilmemiz gerekir.
Tarih ne denli ilginç ve öğretici olursa olsun, yaşamda pratik bir tutumun oluşmasında ne denli değerli olursa olsun, hakîkat iddiasına bulunamaz, çünkü betimlediği olaylar hiçbir zaman tamı tamına onun betimlediği gibi olmamıştır.
İki yöntem kuralının da belli bir değeri vardı: İlki, tarihçileri ayrıntı konularla tam olarak ilgilenmeye, ikincisi, kendi duygusal tepkileriyle konularını renklendirmekten kaçınmaya itiyordu.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel burada da haklıydı; insanların ne yaptıklarını bilmek değil, ne düşündüklerini anlamak; tarihçinin işinin uygun tanımı budur.
René Descartes'in, hiçbir yetkenin bizi olmuş olamayacağını bildiğimiz şeye inanmaya itmemesi gerekir biçimindeki örtük kuralı;
(2) farklı yetkelerin birbiriyle karşılaştırılıp
uyuma sokulması gerektiği kuralı;
(3) yazılı yetkelerin yazınsal
olmayan kanıtları kullanarak sınanması gerektiği kural.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel tarihe doğadan yaklaşmayı reddeder. Doğa ile tarihin farklı şeyler olduğunu vurgular. Her biri bir süreçtir ya da süreçler kümesidir; ama doğa süreçleri tarihsel değildir: Doğanın tarihi yoktur. Doğa süreçleri döngüseldir; doğa döner durur ve böyle dönüşlerin yinelenmesiyle hiçbir şey oluşturulmaz ya da kurulmaz.