Öpücüklerinin rayihasına ve okşayışlarının hatırasına sızarak kendilerini sarmalamış olan hazza bıraktılar kendilerini ve bu kez gözlerini kapatarak birbirlerine sarıldılar; acımasız gözlerinin ifşa ettiği ızdırabı görmek istemiyorlardı; özellikle Baldassare sımsıkı yummuştu gözlerini, tıpkı pişmanlık çeken ve kurbanını zihninde canlandırıp öfkesini bilemek, hıncını almak yerine yüzüne bakar ve bir an çektiği acıyı anlarsa kolunun son anda titreyeceğinden korkan bir cellat gibi...
Sonra bazen yakınımdaki bir kayaya çiftler otururdu. Çoğu benim yaşlarımdaydı. El ele tutuşmuş denize bakarlarken, benim aklımdan geçenlerin neden tek bir tanesi bile onların aklına uğramıyordu?
“Nereden biliyorsun?” diyebilirsiniz. Bu belliydi çünkü kimi zaman, fazlaca uzayan sessizlikler, “Hava ne güzel di mi bugün?”, “Ay deniz nasıl da durgun...”, “Yüzmeyi sever misin sen de?”, “Bu yaz birlikte tatile gitsek sizinkiler izin verir mi ki?” benzeri cümlelerle bozuluyordu...
Bir deniz kıyısı mesela, ıssız bir yer, açıklarda bir deniz feneri...
Yıllardır hiç hayal kurmamıştım.
Tüm ağırlıklarım yere çökmüşken, içimdeki karanlığı yanıltmak istediysem de buna gücüm kalmamıştı.
Bu manzara şimdilik böyle en iyisiydi...