Eğer dünyada hak -adalet hâkim olsaydı, bir kimsenin kendi evini inşa etmesi yeter, bu aşikâr mülkiyet hakkından başka bir korumaya ihtiyaç duymazdı. Fakat dünyanın düzeni haksızlık üzerine kurulduğundan bir ev inşa eden kimsenin aynı zamanda onu koruyacak bir durumda olması da gereklidir; aksi halde onun hakkı de facto(fiili) yetersizdir. Dolayısıyla saldırgan, gücün hakkına sahiptir, ki bu tam da Spinoza'nın hak kavramıdır, çünkü o başkasını tanımaz, sadece şunu söyler: Unusquisque tantum juris habet, quantum potentia valet (Her bir kimse ne kadar güce sahipse o kadar hakka sahiptir.Her bir kimsenin hakkı gücüyle belirlenir.)
Kur'an'a göre bir kişinin hatası veya zulmüyle başkası sorumlu olmaz. Bir gemide dokuz cani, bir masum bulunsa, canileri cezalandırmak adına o gemi batırılmaz. Bir masumun hakkı, yüz cani için feda edilmez.
[...]Bir zamanlar bir insana 'dinsizdir' diye kara çaldın mı, onu Buhara pazarında taşa vurarak öldürür ya da Avrupa'da, diri diri yakarlardı. Şimdi Abutalip'in dosyası tekrar incelenip gerçeklerin ortaya çıkmasından sonra bir kere daha inandım ki insanoğlunun kıskançlık, başkalarını çekememe hastalığından kurtulması, daha çok zaman alacaktır. Bu zamanın ne kadar uzun olacağını bilemem ama yeryüzünde kötülüklerin, ağır haksızlıkların sürekli gizli kalamayacağını, adaletin, gerçeğin yok edilemeyecegini bilmek beni rahatlatıyor ve sevinmem için yetiyor...[...]