Yaşadıklarımızın kendi tercihlerimizin ürünü olması gerçekten muazzam adil bir olay..
Kimse üzmüyor bizi, kimse incitmiyor, yıkmıyor güvenimizi.. Biz kendimiz yapıyoruz ne yapılıyorsa bize.. Cellatsa cellat biziz, kurbansa kurban biziz, dahası ipin kendisi de biziz... Darağaçlarını kendimiz kuruyoruz yüreğimize ve asmamız gerekenleri asamama durumunda ipi kendi boynumuza geçiren de yine biziz...
O yüzden ağlanmanın sırası değil, sızlanmanın, dert yanmanın...
Sıra kendimize hakettiğimiz değeri biçmekte ve hiçbir şey veyahut hiçkimse için kendimizle boş bir mücadeleye girip kendimizi altetmeye çalışmamakta.. Kendimizle vereceğimiz her mücadelenin ancak ve ancak kendi benliğimize hizmetinden emin olmakta sıra... Zira her şey geçer, herkes gider; benliğimize açtığımız oyuklar veyahut ektiğimiz çiçekler bizimle kalır...
"İnsanın kendi olması sürekli etkileşim halinde olan bir varlık olduğu için imkansızdır. %100 kendi olan tek bir insan varsa o da bir mağarada doğup tek başına, mucizevi bir şekilde büyüyen biri olabilir ancak. Zira insan ruhu dış etkilerle şekillenir.
Başkalarından bize kalandan ibaretiz..
Hayatımıza giren her iyinin; her kötünün toplamıyız. Hayatımıza girip çıkanların ;girip de çıkamayanların toplamı..
Bu yüzden insanın 'kendi' olması mümkün değildir. Kendimiz değil, yaşantımızız biz, yaşadıklarımız, yaşattıklarımız ve yaşatıldıklarımızız... Hepsi bu..."
Kızmak mı, kırılmak mı?...
Bir kırgınlığa nefesi sayılı yüreğinizde günlerce, aylarca yer vermek mi?...
Hepsini geçin, hepsini..
Zira hepsinin mânâsızlığını hatırlatmaya herhangi bir felakete birkaç saniye maruz kalmak yetiyor...